6 Temmuz 2009 Pazartesi

Oku!


"OKU!" dendiğinde bize, okuyoruz, dinliyoruz, dikkat ediyoruz, dikkatimizi veriyoruz, kulak kabartıyoruz, elimizdeki metinin ya da karşımızdaki insanın bize diyeceği birşey var diye düşünüyoruz, başkalarından öğreniyoruz, başkalarının tecrübelerinden öğreniyoruz, okumanın/dinlemenin bize öğrettiğini düşünüyoruz.


"Oku!"ya her cevap verişimizde "okuma"dan anladığımız birşeyler var. Okumanın ne olduğuna dair bir fikrimiz var. Okumak kazanılmış bir teknik değil, şöyle okumak böyle okumaktan bahsetmiyoruz, okumak, teknikleri de olan ama bir teknik olmayan, tekniklere indirgenemeyen bir eylem, iş, hareket.


Okumanın nesnesi bazan bir metin, bazan bir durum, söz, fikir, hikmet, hakikat, ifade, önerme, hayat.


Okuma bazan bir konuşma, sohbet. Bazan bir boğuşma, cebelleşme. Öncelikle insanın kendisiyle hesaplaşması. Ya başlangıçtan, ya okuma sürecinde, ya da sonuçları itibariyle.


Sömürge valisi gibi okumuyoruz. Metin düzeltmiyoruz. Kendimizi düzeltiyoruz, öncelikle. Karşı tarafa itiraz, aynı zamanda bir sorumluluk deklarasyonu. Bir hakikat iddiası. bir hakikatliliğin, bir başka hakikatliliğe (teorik, varsayılan ya da reel/gerçek) iddia sunması, bir "hayır, öyle değil böyle"ye, itiraza açık duruşu. Ya itirazı kabullenip anlayışını düzeltecek, ya da yeni bir itirazla anlamayı anlaşmanın derin teknesinde yuğurmaya devam edecek bir yükümlülükle/yükümlülükte söyleşme.


Okuyan insan, anlamaya, tanımaya, kavramaya, görmeye, hakikatin hiç bir yanını örtbas etmemeye çalışan insan. Açık insan, öğrenmeye, düzelmeye, hakikate açık duran insan.


NİÇİN OKUYORUZ? Anlamak için okuyoruz. Tanımak için okuyoruz. Malumat için. Bilgi edinmek için. Eğlenmek için. Can sıkıntısından. Kendimizi aşmak için. İnsan olma yükümlülüğünü yerine getirebilmek için. Alışkanlıktan. Sınıfta kalmamak için. Kültürlü sayılabilmek için. Başkalarından öğrenebilmek için. İnsanların iç dünyalarını, kendi seslerinden, birinci tekil şahıstan duyabilmek için. Bir hikaye ediş, edilişi merak ettiğimizden. Üçincü tekil şahıs'a içerden dışardan bakabilmek için. Kendimizi kavramak için. İnsanlığı kavramak için. Zevk aldığımız için.


Okumak bazan bir çile. İlmik ilmik, adım adım, yavaş yavaş, kan ter içinde. Çetin, kendisini kolay ele vermeyen bir düşünce metni okuyorsanız. Anlamak da her daim mutluluk işi değil. Anlamanın sevinci, anladığının acısı. Nereye varacağını bilemediğin bir yola düşmenin ürpertisi. alışkanlıklarını, kazandıklarını bırakarak. Ve asıl götürebileceklerinle giderek.


Niçin okuduğumuzu bazan bilebildiğimiz olur. Hatta, ne okuduğumuz hakkında bir fikrimiz olduğu da. Ancak, genellikle ne niçin okuduğumuzu bildiğimizi iddia edebiliriz, ne elimizdeki metnin ne olduğunu söyleyebiliriz, ne de ne anladığımızı.


Bir alanın açıldığını hissetmemiz mümkün. Bir tadı, duyguyu, hazzı, kaygıyı.,


Önceden duyduğumuz, okuduğumuz, gördüğümüzle bağ kurmanın, eskiye entegre ederken, eskiyi yenilemenin genişleticiliğini yaşamakta da olabiliriz.


Niçin okuduğumuz hakkındaki iddiamız, niçin okuduğumuzun nedeni, sebebi, çıkış noktası olmak zorunda değil. Bir açıklama. Açıklama çabası bile değil çoğu kez.


Niçin okuduğumuz üzerine düşünme okumanın ne işe yaradığına dair bir açıklama çabası çoğu kez. Okumanın ne olduğu ile ilgili değil.


Oysa, "Oku!"ya cevap verdiğimizde, okumanın ne olduğuna dair bir fikrimiz var. En azından kendimizce bir başlangıç yapabilecek kadar. Okumayı tanıyabilecek, genişletebilecek, hakikatine kavuşturabilecek, bitmeyecek, biteviye, tüketilemeyecek, son noktası konulamayacak bir faaliyete açılışın ilk titrek adımı olabilecek kadar.


Niçin okuduğumuz üzerine düşünmek, okumanın ne işe yaradığını anlamamıza vesile olabilir, evet. Ama, niçin okuduğumuza dair söylediklerimiz daha çok bir açıklayıcı, listeleyici.


Niçin okuduğumuz daha çok öznel, özgür, emancipe gerekçelerimiz. Toplumsal rolünden, üzerimize yıkılmış yükümlülüklerinden, seve seve üstlendiğimiz toplumsal yükümlülük ve alışverişlerinden kopardıkça okuma alışverişinden farklı bir şeyin, estetik hazzın, yaşantının bağlamında bir açıklayıcılık.


Okuma, yazma, sohbet, fikri alışveriş bir tad, zevk, incelik işi de. Niçin okuyorum bazan varoluşsal bir soru olsa da daha çok ve en fazla Kant Estetiğinin dünyasında anlam kazanabilecek bir sınırlılıkta. Oysa estetiğin öznelerarası dünyasında "okurken ne yapıyoruz?", "okumak nedir"lerle okumanın kendisini "tematize" ediyor, konu ediyor, mevzu edi(ni)yoruz.


"Okurken ne yapıyorum?"la "okuma"ya açılıyorum. Beni de aşan bir okuma olayına. "Niçin okuyorum?" listem, listelerimiz "zevkler ve renkler tartışılmaz"ın alanına temayül eden genellik gösteriyor. "Okurken ne yapıyorum?" ise genelliklere, ortaklıklara, kavramsallıklara doğru kayan bir özgünlük ve özel'lik gösteriyor.


Benim sorum, o halde, "niçin okuduğum" olamaz. bu yersiz br soru mu? Hayır. Cevabını bilmem ilginç olurdu. Bildiğim, tekil nedenlerle asla okumadığım. Bazan mecbur kaldığım. Bazan güle oynaya bir gerekçeyle. Ama hepsinde de, aynı sorumlulukla, yükümlülükle, ufuk açıklığıyla okumaya çalışıyorum. Ya da, okumaya çalışmaya çalışıyorum.


Okurken ne yapıyoruz? Okumak nedir? Ne okuyoruz? Bize üzerine tartışılabilecek, tartışma yükümlülüğü uyandırabilecek sorular. Okumayı buradan düşünebiliriz.


"Niçin okuyorum?"la daha çok bir niyeti niyetselliği yakalayabiliriz. Oysa okurun niyetini aşar okuma nedenleri. Niçin okuduğuna dair gerekçeler de niyetle örtüşmez. Gerekçelendirme, bir başkasına izahat, iddia temellendirme, bir başkasının anlayışına hitap, niyeti bir başkasının anlayışına aktarmanın dilini retorikte arayış.


Niyet eyleme dönüştürülebilseydi bile, okuma, teleolojisi olan bir süreç değil, bir karşılıklı etkileşme. Şunu, bunu yapmaya çalışmıyoruz, bir alışverişteyiz. Ya yeterince özgür olamadığımız, ya da başkasına/anlamaya açıklığın özgürlük olarak görüldüğü bir alışverişte.


NEYİ OKUYORUZ? Okumayı hep metinle sohbet, ya da metin'i dinleme olarak görüyoruz. Yazı, metin, söz ayrımı sabitleştirilmiş sözün ne olduğunu da düşünmeyi gerektiriyor. Sabitlenmiş metin, sabitlenmiş fikir fikri olgunluktan çok, anlamın olgunlaşmış haliyle son haliyle sunulacağını düşünmeyle de alakalı. Anlamanın bir dinamikte, sohbette, konuşmada, soru cevap diyalektiğinde, soru cevap akışında oluşacağını düşünmemekle de alakalı çoğu kez.


O halde, "neyi okuyoruz, okuduğumuzda aradığımız, bulduğumuz nedir, anladığımız nedir, nasıl anlıyoruz?" sorularını da sormak durumundayız.


Metin, söz, sabitlenmiş söz/fikir gibi ayrımlar kadar, "kainatı okuma", "yüz ifadesini okuma" gibi okumalardaki yazılı olmayan, önermeleşmemiş olan okumaları da ayrıştırabilmemiz lazım.


Her dilde ifade edilmemiş olan, dilde bir karşılığı olmayan, olmayacak olan değildir. Burada dilin, hakikatin, diskursivitenin de özellikleri üzerinde durmamız gerekir.


Ancak, yüz ifadesi okurken bir ekspressivite, dışavurum söz konusu. Kainat konuşurken, kainat kendisini ifade ederken bir canlandırma yaptığımızdan değil, dışavurum yazdığımızdan değil, bir anlamaya açılıştan, içinde sınanmaya açılışımızdan bahsettiğimiz için böylesi bir edebi dille konuşuyoruz.


Okumaktan da çetrefilli olan, okuduğumuz, okunan, okunacak olan.


Okumak nedir? Nasıl okuyoruz? Ne okuyoruz? Okuduğumuzda ne oluyor? okuduğumuzda bize ne oluyor?


Hocamız bize "tamam güzel de bu metni niye okudun?" diye sorduğunda, "şunun için, orada şunu şunu aradım, şu kaygıyla" diyebiliyoruz. O metni niçin okuduğumuz, o metnin okunmadan geçilmeyeceği bir diskurda oluşumuzdan da olabiliyor. O halde bir bağlam gerekçesi olarak niçin okuduğumuz da, her somut okuma sepetinde anlamını, zorunluluğunu koruyor da.


(uykuyla bu kadar)