22 Haziran 2009 Pazartesi

İnsan Tarihsel Bir Yaratıktır


İnsan tarihli/tarihsel/tarihi olan/tarihte yerleşik bir yaratıktır.


Heidegger'i de hatırlayarak söylersek: İnsan geçmişini bugününden bakarak yorumlar, yarınını da dününe baktığı yerden bakarak tahmin etmeye, okumaya çalışır.


Ne geçmiş, olan biten , insanın (tamamıyla) elinde olan oluş bitiştir, ne de gelecek insiyatif kullanarak kontrol edilebilecek bir açıklık.


İnsan, bir mirastır. Kendisini gülün dibinde bulmuş bir miras. Kendisine ve kendisinde miras.


İnsanın toplumsallığı hem mirası ve miras bırakacağıdır; hem de içinde şekilleneceği, yaşamışlık kazanacağı, tecrübe sahibi olacağı, kendisini kavrayacağı, farkedeceği.


Toplumsallaşma üzerine konuşacaksak hem insan teki büyürken, hem de toplumun zamanda yolculuğunda konuşacağız. Çocuğun dil kullanımında, ifadelerindeki farklılaşma ayrışma süreci ve bir toplumun dil kullanımında, ifadelerde farklılaşma ayrışma süreci.


Dilin bir tarihte toplumsal tarihi. İnsanın dilli tarihi. Bir bireyin dil geliştirme tarihi. Ahlakın, hukukun, siyasetin, kültürün benzer tarihsel kesitlilikleri. Ontogenetik. Filogenetik.


İnsanın tarihte yerleşikliği, bir durumdan bakışı, bir kendisi hakkında bilgiden, anlayıştan yola çıkışı öğrendiklerinin, edindiklerinin tarihsel, tarihli oluşundan aktarıldığından değil, baktığı yerden, kuleden, dertten, ufuktan kaynaklanıyor.


Geçmişini iki de bir değerlendirme zorunda, gidişata kafa yormak durumunda. Uyum, itiraz, gelişme, insiyatif, anlayış, kendisini düzeltme, tasarımında kendisini hep taslak olarak ele geçirebilen insanın toplumsallığının gerekirliklerinden.


İnsan kendisini yorumluyor, değerlendiriyor, düzeltmeye değerlendirmeye çalışıyor, istese de istemese de.


Zaman içinde kayarken bütünlüğünü korumak zorunda. İşi hem zamanla, hem zamanda, hem de yorumla.


Zamanla alakamız, akan bir zamanda.


Zamanlarla alakamız, kendi zamansallık, tarihsellik ve toplumsallığımızla dünyaya ve dile ara vermeksizin eğilmemizle.


Bir yerden bakıyoruz. Kaybedeceğimiz bir yerden. Bakışımız hep kısmi. Ne tüm zamanlar için, ne tüm ufuklardan, ne de sabit bir yerden.


Zamanı, tarihi bulunduğumuz yerden bütünleştiriyoruz. Görüşümüzü insanlığa miras bırakabilerek, evet. Zaman da, tarih de bizim çıkış yaptığımız yeri belirleyen bir akışın ifadeleri.


Tecrübemiz zamanda, zamanlı, zamana yayılmış.


Anlayışımız bir tarihte yerleşik. Anladığımızı bir fikir, bir bilgi olarak sunuyoruz.


Anlarken ya doğrudan anlıyoruz, ortaklıklar baştan var, ya da anladığımızla ortak bir dil dünyası, ufuk paylaşması inşa ediyoruz.


Miras bıraktığımızı anlayan da ya doğrudan anlıyor, ya da bizimle konuşarak, diyalogda ufuk kaynaştırıyor bir başka bakışla.


Benim tecrübem, bilgiyi edinirken. Onun tecrübesi, kendi bilgisini edinirken, ortak dünyasını inşa ederken.


Benim tecrübem ona da öğretiyor, ama benim kendi tecrübem. O, hem benim tecrübemden öğreniyor, hem de bu öğrenmede kendi tecrübesini ediniyor, ufukları birleştirerek, kendisini değiştirerek.


Benim metnim de değişiyor, bir anlamıyla.


Bir başkasından öğrendiğimde, ne onun zamanındayım, ne de onun tecrübesini kendimin yapıyorum. Onun öğrendiğini, gerekçelerinden, anlatımından devralıyorum. Buradan oraya bakıyorum. Bir yerden. Fikirden. Kaygıdan. Ya zahmetsizce anlıyorum, ya da ufuklar buluşuyor, metinle, senle, bir başka dertle, kaygıyla karşılaşıyorum. Ortak bir dil kuruluyor, anlamaya başlıyoruz birbirimizi. Birbirimize olmasa da, iddialarımıza, kaygılarımıza, sorularımıza yaklaşıyoruz. Sen ya da ben olmasak da, sen ve eserim, ben ve eserin. Sözün. Sözü.


Bir metinle yakınlaşmam onun bana konuşabiliyor, bana bir şey söyleyebiliyor olmasından, buzların erimesinden, onu esir almışlığımdan değil.


Metinden eleştiri alabiliyorum, metin'e hitap edebiliyorum. Ve elbetteki düzelebilir, düzeltilen bir yorumla, bakışla. Hakikatin sahibi gibi değil, hakikatlilikle.


Bir ifadeyi çabasızca kabulleme bir tecrübe değil, tecrübeden öğrenme anlamında. Ama yine de bir öğrenme tecrübesi, bir başka anlamıyla.


Başkasından öğrenirken, kendi tecrübemizi edinebiliyoruz, ama o bilginin arkasıdaki tecrübeyi değil, dar ya da geniş anlamında bir öğrenme tecrübesini. Ama bu tecrübeler de bizim hayat tecrübelerimiz üzerinde yükseliyor. Yaşamışlığımızın, bakış edinmişliğimizin.


Fikri alabiliyoruz. Başkasının zamanını alamıyoruz. Tecrübelerini kendi tecrübemiz yapamıyoruz. Belki edebi bir sanat olarak bu söylenebilir sadece.


Tarihselliğimiz, tarihüstü bakış imkanı vermiyor. Büyük konuşamıyoruz. Büyük şeyler söyleyebilsek de.


Geriye kalıyor emek, didinme, çırpınma, zamanlar arasında akma, zamanlı akma, zamanla akma.


Tarihsel olan, tarihi olan, tarihten gelen, gelmeyen herşeye bir tarihsellikten, sınırlanmışlıktan bakıyoruz. Onlara bir perspektifle yaklaşıyoruz. Tüm perspektiflerin toplamından değil. Bir perspektife, zamana esir olarak hiç değil. Düzelterek, değişerek, yeniden anlayarak.