4 Ağustos 2009 Salı

Oku! (2)

Bu işittiğinin, farkettiğinin şahidi ol! Bunu yüksek sesle söyle, yani başkalarına duyur, ilan et! Arkasında durduğunu deklare et, anladığını, anlamaya çalıştığının ifade ettiğini tekrarlayarak!

Henüz tam anlamıyla katılamamış, kavrayamamış bile olsan kendini bağla!

Bu söz senin sözün. Bu söz sana yönelmiş bir söz. Bu söz senin için. Bu söz dinleyeni konuşanlardan, söz verenlerden, sözünde duranlardan olan bir söz. Bu söz arkasındaki hakikatiyle ayakta duracak bir söz, seni de ayakta tutacak olan söz.

Bu sözün hakikatini savun! Bu sözün hakikatini paylaş! Sana yönelen hakikat iddiasını dile getir, kendini aş!

Hadislere Başvuru Anlayışları Üzerine Yorumbilgisel Bir Not

1) Hadislere başvuru bir konuda kanıt sunmak için olabiliyor: Bazı hadisler genel, evrensel değerler, olguların gücüyle tüm insaniyete sunulan gerekçeler olma özelliği taşıyorlar, insanlığın bazı kabulleri, farkındalıklarına bir zamana bağımlı olmadan hitap ediyorlar. Algılayan bir zamandan bakıyor, ama kendisine doğrudan hitap eden bir paylaşmışlık, paylaşabilirli, anlaşılabilirlik içeriyor. Muhatabına yeni (gelmesi gereken) bir şey söylediğinde dahi biliniyormuş, bilinmesi gerekiyormuş gibi gelme özelliği var. Bazıları din içi evrensel kanıtlar sunuyorlar, başka bazı kabulleri daha gerektirebiliyorlar. Bazıları din içi ya da tüm insanlığa hitap eden dönemsel sorunlara ilişkin olarak algılanıyor, dönemler için tipik olanı açıklığa kavuşturmada söz konusu ediliyorlar. Bazılarına pedagojik, psikolojik, didaktik bir anlamda başvuruluyor. Bazıları gelecekle, öbür dünyayla ilgili örnekler sunuyor, felsefedeki düşünce deneyi denilen kategoriyi de bazan kapsayan, hikmeti, dersi, konsekvensi söz konusu eden. Bu çeşitli dinlerdeki dini hikayelerin özelliklerini de gösterebiliyor. Onlardaki merkezi temaları da işleyebiliyor. Burada da çok katlılık, muhatap alınanın çok yönlülüğüne yönlenebilen çok katlı evrensellik, temada özele girmeden, özgün olana girebiliş söz konusu oluyor.

2)Bazan bir uygulamayla birlikte pratik bir sorunun çözümünde yol gösterici olarak sunuluyor. Burada genellikle teknik bir kural gibi değil, karşılaşılan her yeni durumda, o durumu iyi bilerek uygulanabilecek, ezbere bir uygulamayı öngörmeyen bir yaklaşım, bakış açısı, perspektif ufkumuza sunuluyor.

Bazı hadislerin tüm insanlığa hitap eden, ahlakî, hukukî, olgusal anlamda kanıtsal özellikleri olabiliyor. Bazılarının eylemelerimize, sorun çözümlerimize, hayatı ikame ettirişimize ışık tutan, yol gösteren özellikleri öne çıkıyor.

3) Emir veren, bir buyruğu sunan, bir yapılması gerekeni sunan ya da açıklığa kavuştıran, ama bazıları pratik uygulamayı gerekitirken bazıları şartlardan bağımsız uygulamaları gerektirebilen hadisler. Bunlardan bazıları doğrudan dini uygulamanın alanına hitap ederken, bazıları insanlığın genel anlayışına hitap ediyor. İnsan oluştaki evrensel özellikler gözardı edilmediği için. Ve tüm insaniyete hitap edildiği için. Dini uygulamaya dair olanlar da din içi gerekçeler kadar, tüm insanlığın kabülüne açık argumentatif özellikler taşıyabiliyorlar.

4) Menkıbe, keramet, mucize ifadesinde kendilerine başvurulabilen hadisler. Bazan uygulamalara, geleneklere, yapılagelene kanıt olarak, bazan sınır hallerinin ifadesine söz konusu edilebilmekteler.

5) Yorumlanması, üzerinde çalışılmasıyla, genel anlayışa, anlama biçimlerine hitap eden ilke ya da çıkış noktaları bildiren, düşünmeye, anlamaya, anlaşmaya açılma noktaları oluşturan, yorumları üzerlerinde mütabakat gerektirmeyen, mütabakat ve anlaşmaları donmuşluktan koruyan, hikmetleri tam kavranamadığı halde inancı kör inanç olmaktan koruyan hadisler. Bunların bazıları felsefeyi, bilimleri, eleştirel okuyuşları, düşünceyi dinin alanındaki bilgi, uygulama, inançlarla geçişli kılan hadisler.

6) Açıklayıcı, hüküm veya muhakeme bildiren, içtihat oluşturan, bilgi veren, tepki belirten, sınırlı anlamda sorulara cevap veren hadisler.

Hadisler, değişik duruşları olan kişilerce, değişik bağlamlarda, ortamlarda, değişik geleneklerden topluluklara hitap edilirken gündeme getiriliyor. Bazan insanlığa bir şey izah edilirken dini kabul etmişiliği gerektiren hadislere başvuruluyor, bazan bir hikmeti olan hadis bir keramete tanık olarak dile getiriliyor. Ahlakı temellendiren bir hadis, başka bir alanda ele alınıyor, dünya üzerine bir hadis metaforik bir anlam yüklenerek değerlendiriliyor.

Elbette, bir uygulama geleneği var. Herşey keyfi de olmuyor. Ancak hadislere başvuru, başvuru geleneğindeki sorunlarla beraber her zaman için yerli yerinde de yapılmıyor.

Hadislerin önemlerine, sahih olup olmadıklarına dair çeşitli tasnifler var. Bunları bilenler dahi bazan argümanlarını desteklemek için gelişigüzel biçimde hadislere başvuruyorlar.

Sorunların bir kısmı dini bilenlerin, içinden konuşanların temellendireceği ve gidereceği sorunlar. Bunlar, ayrım noktalarını, argüman çeşitliliklerini, mütabakat noktalarını ve mütabakatlardaki kırılma hatlarını ihmal etmemeleri, iç hakikatlerine karşı hakikatli davranmaları ile kısmen giderilebilir, tüm zamanlar için bir kereliğine olamayacak olsa da.

Benim burada mesele ettiğim ise, bilimler, alanlar, gerçeklik, bir gerçeklikte hakikatlilik sorunu, yani "dış" diskurun, kapsayıcı gündelik interaksiyonun ve evrensellik iddialarının devreye girdiği durumlara dikkat ederek. Hadislere ne ölçüde başvurulacağı değil, başvurulduğunda ne yapıldığı, başvurunun nasıl yapıldığından yola çıkarak.

Bir önermede, sözde, buyrukta bir geçerlilik alanı iddiası, geçerliliğin şekillendiği bilgi türleri, muhatap aldığı epistemolojik, semantik dünyalar söz konusu. Bir anlayanı, öğreneni, öğreneninin dünyası, ufku, önyargıları söz konusu. Hitap ettiğimizin dünyasını fark ederek, kendisiyle hitap ettiğimizi de anlam dünyasından koparmadan karşılaştırmak durumundayız. İddiamız ve dile getirdiğimiz iddiada bir dilsel, diskursif bütünlük kuramazsak, muhatabımızı bir konuşma ortağı olmaktan çıkarabiliriz. Bir de onun dili, iddiası, sorusu, derdi var, buluşacak, söyleşecek olan.

"Söylediğindeki herşeye katılıyorum"dan daha derin bir anlamaya cevap olabiliyor, "şunu şunu kastediyorsunuz, şuna, şuna inanıyorsunuz, şunları savunuyorsunuz, değil mi"ye verdiğimiz "evet" yanıtı. "Hayır" bile desek, konuşma, birbirini anlamaya açıklık bitmemişse, anlaşma olarak anlama hali sona ermiş olmuyor, Efendim.

(üzerine düşünmeye yazıldı, bir konuya yaklaşım sınaması olarak, zamanım bu kadarına el verdi, yanlışlar muhakkak ki vardır, dipnotlarla beslemedim, konu daha da dağılabilirdi, tasnifler yapmış değilim, bir ön tasnif girişiminde bulundum, insan ve toplmum bilimlerinden bakıştan. "neyi ele alabilirim, nasıl anlaabilir, anladığımı nasıl çözümleyebilirim derdiyle hareket ettim, demekle yetineyim şimdilik.)

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Yazımerkezcilik-Sözmerkezcilik Sorununa Başka Bir Yerden Bakmak

Yalnız kutsal metinler değil, söylenmiş her söz, hatta doğrudan kendilerini ele aldığımızda tek tek her yorum, bitmiş, kendisi olmakla sınırlı, değişmez olarak ele alınabilir. Değişmez görmek yorumun -ilk elde yorumcuyla ilişkisinden dolayı olan- değişkenliğini reddetmek değil. Zamanda, mekanda yerleşiklik; bir bakış noktasından, birikimden, ilgiden bakış ister istemez yorumu çoğul kılıyor. Tek bir yorum'u çalışacağımızda, onu yorumladığı metin ile alakası içinde dahi olsa tematize ettiğimizde/ mevzu edindiğimizde yine ister istemez gelir geçer bir yorum olarak görmüyor, sabitliyoruz. Sabitleme, bir merkeze alış, ya da en azından bir görelilik içerisinde merkeze alış, mesele ediş.

Hakikat iddiaları somut okumalarda vücut buluyor. Değişmez dediğimiz metnin kendisi, bizim için anlamı değil. Bizim için anlamı, onun hakikat iddiasını, hakikatini, söylediğini bir anlama çabası içerisinde kendisini ele veriyor.

Yazı merkezcilik söz merkezcilik ayrımı sözün tamamlanmamışlığı üzerine kurulu. Bitmiş söz, sorunsuzca metin olarak ele alınabilir. Metin artık öznesinden, sözcüsünden çıkmış, bağımsızlığını bulmuş durumda. Ancak, metinin yazarının niyeti, niyetselliği gibi özneye bağımlıkta zorunlu olarak olmasa da nesnellik kurma çabaları son halini almış bir metin için de söz konusu edilebiliyor. Bitmiş metin oluş, çoğu kez klasik metinlerin tanım alanına giriyor. Burada söz konusu edilen özne/yazar/müellif bir öznelliğin sonucu değil, bir özneden çıkmış metni nesnel okuma iddiasından kaynaklanabiliyor.

İlk okuyucu, ilk muhatap(lar) anlam ya da yorum çoğulluğunu işaret etmede de kullanılabilecek olmasına rağmen "eski anlam"ı, "orijinal anlam"ı yakalamalarda başvurulabilen yenidenkurgulamalardan.

Yazının bitmişliği, form almışlığı, bağımsızlığı, zamanıyla sınırlı olmayışı, yazımerkezci bir iddiadan çok, "klasik metin"in şartları, ne olduğu, özellikleri üzerine. Nasıl yazılacağı sorun edilmiyor burada, yazılmışsa, klasik olup olmadığını bize söyletecek kriter üzerine konuşuyoruz.

Yazımerkezci bitmişlik, metnin kapanmışlığı bir başka unsurun vurgulanmasıyla: Konuşma, tartışmanın formalize olması, gündelik diskurdan ayrılması, metodolojik, bilimsel bir diskurun açılması. Bu aydınlanmadan önce de varolan bir eğilim, ancak onunla merkezi bir yer ediniyor. Buradan "aydınlanma yazımerkezcidir" sonucuna varmayı tutarlı bulmuyorum.

Yazımerkezcilik ve söz merkezcilik ayrımı, hristiyanlığın yahudilikten ayrışmasının entellektüel sonuçlarını tartışırken de söz konusu idi. Aydınlanma süreci ile ilişki içinde, yazı ve sözün söylenendeki hakikat iddiasını yakalama süreçleriyle alakasında, toplumsal anlaşma süreçleri içerisindeki tekil kültürlerdeki işlevleriyle vb ele alınmalarında ihmalkar davranıldı. Yani, hem genel bir hakikat sorunu içerisinde felsefe ve bilgi sosyolojisinden, hem düşünce tarihleri içerisinde, hem de hayat dünyalarındaki deskriptif olarak ifade edilebilecek gündelik/bilimsel yerleşimine dair yeterince çalışma yapılmadı.

Yazımerkezcilik, sokratik diyalog modelinin, soru cevap diyalektiğinin profesyonel, formel bir diskurun aleyhine zayıflatılması demek olarak da düşünülebilir. Bilimsel anlama, anlaşmanın dilinin gündelik dil, süreçlerinin gündelik süreçler olduğu gösterildiğinde, aynı paradigma içinde bile bir görecelileşme, metnin sabitliğini anlama ve anlaşmanın süreçselliğiyle dengeleme çabaları da söz konusu olabiliyor. Bu bir kopuş noktası mı? belki. Hem bir farkediş, hem de metodoloji ile çözme çabası yanyana gözlemlenebiliyor, tartışmaların dönüm noktalarında.

Metni sabit görmek, ya da gerçekten sabit olması ile akış içindeki metnin tematize edilme anlamında sabitlenmesi transcendental bir perspektif ten açıklayan değil de, meseleyi öznelararasılık sorunu olarak gören, interaktif, bildirişimsel bir anlama çabasında yazımerkezci anlamını kaybediyor.

Bir anlaşma, ufuk kaynaşması içerisinde, bir ilişkisellik, iletişim, alışveriş içerisinde anlam buluyoruz ve ulaşılan anlamın nasıl elde edildiği, anlamayla nelerin değiştiği, anlaşmazlıkların ne demek olduğuna v.b. dair değişik şeyler söyleyebilecek de olsak, sözün, sohbetin, konuşmanın önemini, primordiyalitesini paylaşan bir duruşu öne çıkarıyoruz.

Söz merkezciliğin sözelliğini değil, diyalogdaki söz öne çıkarılıyor. Zorunlu olarak en iyi formulasyonların değil, konuşma sürecinin içerisinde ifade edilebilen meram anlatış ya da karşılıklı alışverişte, söyleşmede anlaşabildiğimizi farkediyoruz daha zayıf formulasyonlarla yola çıkmış olduğumuzda bile ve en iyi formulasyona, tamamlanmış ifadeye ulaşmamız şart olmadan.

Yazı merkezcilik ile söz merkezcilik arasındaki ayrım, formel bir dil gerektirebilecek doğabilimlerinde ve metodololojisi olan bilimimler ile gündelik dil kullanan insanibilimler ve toplumbilimleri arasındaki çekişmenin nesnellik derecelerindeki farklılığın, arayışların, hatta karşıtlıkların ifadesi olarak görülebilirdi. Ancak, doğabilimsel paradigmaların, farklı yaklaşımların, perspektiflerin tartışması da manevibilimlerde (insan ve toplum bilimleri) olduğu gibi gündelik dilde, ufuk kaynaşmalarında, karşı karşıya gelişlerde, bir anlama anlaşma çabasındaki izafi edilişlerinde gerçekleşiyor. En derin haliyle kuramsallıkları buluşma, anlaşma, dil bulma, ortak dillerini oluşturma çabasında bir üst bakışa, "metadil"e, izafiedebiliştenkonuşmaya erişebiliyor.

Sosyalantropolojik bir kavram çifti olarak yazı ve söz merkezcilik açıklayıcı anlamlar taşıyabilir: Karşı karşıya getirerek, modelleştirerek. Bu tarzı, anlamanın kendisinin aşamaları, hareketleri olarak anlamamak lazım. Bu konuya son kitap okuma istatistiklerini değerlendirerek ele almaya çalışacağız. her konu, epeyce kendisi dışındaki konular demek de olsa.

(zamanınımız bu kadarına yetti, devam edecek, düzeltilecek)