22 Haziran 2009 Pazartesi

İnsan Tarihsel Bir Yaratıktır


İnsan tarihli/tarihsel/tarihi olan/tarihte yerleşik bir yaratıktır.


Heidegger'i de hatırlayarak söylersek: İnsan geçmişini bugününden bakarak yorumlar, yarınını da dününe baktığı yerden bakarak tahmin etmeye, okumaya çalışır.


Ne geçmiş, olan biten , insanın (tamamıyla) elinde olan oluş bitiştir, ne de gelecek insiyatif kullanarak kontrol edilebilecek bir açıklık.


İnsan, bir mirastır. Kendisini gülün dibinde bulmuş bir miras. Kendisine ve kendisinde miras.


İnsanın toplumsallığı hem mirası ve miras bırakacağıdır; hem de içinde şekilleneceği, yaşamışlık kazanacağı, tecrübe sahibi olacağı, kendisini kavrayacağı, farkedeceği.


Toplumsallaşma üzerine konuşacaksak hem insan teki büyürken, hem de toplumun zamanda yolculuğunda konuşacağız. Çocuğun dil kullanımında, ifadelerindeki farklılaşma ayrışma süreci ve bir toplumun dil kullanımında, ifadelerde farklılaşma ayrışma süreci.


Dilin bir tarihte toplumsal tarihi. İnsanın dilli tarihi. Bir bireyin dil geliştirme tarihi. Ahlakın, hukukun, siyasetin, kültürün benzer tarihsel kesitlilikleri. Ontogenetik. Filogenetik.


İnsanın tarihte yerleşikliği, bir durumdan bakışı, bir kendisi hakkında bilgiden, anlayıştan yola çıkışı öğrendiklerinin, edindiklerinin tarihsel, tarihli oluşundan aktarıldığından değil, baktığı yerden, kuleden, dertten, ufuktan kaynaklanıyor.


Geçmişini iki de bir değerlendirme zorunda, gidişata kafa yormak durumunda. Uyum, itiraz, gelişme, insiyatif, anlayış, kendisini düzeltme, tasarımında kendisini hep taslak olarak ele geçirebilen insanın toplumsallığının gerekirliklerinden.


İnsan kendisini yorumluyor, değerlendiriyor, düzeltmeye değerlendirmeye çalışıyor, istese de istemese de.


Zaman içinde kayarken bütünlüğünü korumak zorunda. İşi hem zamanla, hem zamanda, hem de yorumla.


Zamanla alakamız, akan bir zamanda.


Zamanlarla alakamız, kendi zamansallık, tarihsellik ve toplumsallığımızla dünyaya ve dile ara vermeksizin eğilmemizle.


Bir yerden bakıyoruz. Kaybedeceğimiz bir yerden. Bakışımız hep kısmi. Ne tüm zamanlar için, ne tüm ufuklardan, ne de sabit bir yerden.


Zamanı, tarihi bulunduğumuz yerden bütünleştiriyoruz. Görüşümüzü insanlığa miras bırakabilerek, evet. Zaman da, tarih de bizim çıkış yaptığımız yeri belirleyen bir akışın ifadeleri.


Tecrübemiz zamanda, zamanlı, zamana yayılmış.


Anlayışımız bir tarihte yerleşik. Anladığımızı bir fikir, bir bilgi olarak sunuyoruz.


Anlarken ya doğrudan anlıyoruz, ortaklıklar baştan var, ya da anladığımızla ortak bir dil dünyası, ufuk paylaşması inşa ediyoruz.


Miras bıraktığımızı anlayan da ya doğrudan anlıyor, ya da bizimle konuşarak, diyalogda ufuk kaynaştırıyor bir başka bakışla.


Benim tecrübem, bilgiyi edinirken. Onun tecrübesi, kendi bilgisini edinirken, ortak dünyasını inşa ederken.


Benim tecrübem ona da öğretiyor, ama benim kendi tecrübem. O, hem benim tecrübemden öğreniyor, hem de bu öğrenmede kendi tecrübesini ediniyor, ufukları birleştirerek, kendisini değiştirerek.


Benim metnim de değişiyor, bir anlamıyla.


Bir başkasından öğrendiğimde, ne onun zamanındayım, ne de onun tecrübesini kendimin yapıyorum. Onun öğrendiğini, gerekçelerinden, anlatımından devralıyorum. Buradan oraya bakıyorum. Bir yerden. Fikirden. Kaygıdan. Ya zahmetsizce anlıyorum, ya da ufuklar buluşuyor, metinle, senle, bir başka dertle, kaygıyla karşılaşıyorum. Ortak bir dil kuruluyor, anlamaya başlıyoruz birbirimizi. Birbirimize olmasa da, iddialarımıza, kaygılarımıza, sorularımıza yaklaşıyoruz. Sen ya da ben olmasak da, sen ve eserim, ben ve eserin. Sözün. Sözü.


Bir metinle yakınlaşmam onun bana konuşabiliyor, bana bir şey söyleyebiliyor olmasından, buzların erimesinden, onu esir almışlığımdan değil.


Metinden eleştiri alabiliyorum, metin'e hitap edebiliyorum. Ve elbetteki düzelebilir, düzeltilen bir yorumla, bakışla. Hakikatin sahibi gibi değil, hakikatlilikle.


Bir ifadeyi çabasızca kabulleme bir tecrübe değil, tecrübeden öğrenme anlamında. Ama yine de bir öğrenme tecrübesi, bir başka anlamıyla.


Başkasından öğrenirken, kendi tecrübemizi edinebiliyoruz, ama o bilginin arkasıdaki tecrübeyi değil, dar ya da geniş anlamında bir öğrenme tecrübesini. Ama bu tecrübeler de bizim hayat tecrübelerimiz üzerinde yükseliyor. Yaşamışlığımızın, bakış edinmişliğimizin.


Fikri alabiliyoruz. Başkasının zamanını alamıyoruz. Tecrübelerini kendi tecrübemiz yapamıyoruz. Belki edebi bir sanat olarak bu söylenebilir sadece.


Tarihselliğimiz, tarihüstü bakış imkanı vermiyor. Büyük konuşamıyoruz. Büyük şeyler söyleyebilsek de.


Geriye kalıyor emek, didinme, çırpınma, zamanlar arasında akma, zamanlı akma, zamanla akma.


Tarihsel olan, tarihi olan, tarihten gelen, gelmeyen herşeye bir tarihsellikten, sınırlanmışlıktan bakıyoruz. Onlara bir perspektifle yaklaşıyoruz. Tüm perspektiflerin toplamından değil. Bir perspektife, zamana esir olarak hiç değil. Düzelterek, değişerek, yeniden anlayarak.


20 Haziran 2009 Cumartesi

Gelecek, Gelmeyecek


GELECEKTE DE GELECEK OLACAK GELECEK. Tarihin sonunu da aşan bir sonsuzluk duygusu, düşüncesi. Sınırlandırılmamışlığı, son'un olmamasından değil. Son'un bilinmemesinden. Son'un son durak, son bakış postası olamayacağından.


Son'dan, bütünlenmiş bir bakışla, bakışlar bakışıyla bakamayacağız. Son, bakışın, bakışımızın da sonu olacak. Eğer son'dan "nihaî" bakışla bakabilseydik, başlangıcı bilen, başlangıçtan ibaret bilen gözüyle bakabilirdik. Bakmak için sona ve başa ihtiyaç duymayacak bir bakışla.


Son'dan bakışımız, sonu gelmemişlikten, devam ediyorluktan bir bakış olurdu, bakabilseydik. Sona bakış, sondan sonrasından bir bakış olurdu, nihai bakıştan bahsediyorsak. Sondan bakış nihaî değil. Devam ediyormuş gibi bir bakış. Son, gerçek son olduğunda, bakışın da sönüşü.


Son, zorunlu olarak, ne topyekün bir bitiş, ne de başa dönüş. Son bizim zamanımızın bitişi. Zaman, kendi başına bir varoluş değil. İnsanî bakışın, insanî anlayış ve kavrayışın, insanî devamlılığın hem bireysel hem de toplumsal boyuttaki şartı, harcı, kavramı.


Zaman, hem zihinde, hem de dilde yerleşik. Canlılık zaman işi. Ritm işi. Kültür, toplumsallık tarih işi.


Tarihin sonu, insani varoluşun, insani anlama ve kavramanın da sonu. Kültür oluşun, bir tarihi oluşun.


Zaman başka biçimlerde, insanî zaman kavrayışı dışındaki hallerinde nasıldır, varsa. Var mıdır? İnsanla kaybolacak mıdır?


Dünyanın, kainatın ortadan kalkmasıyla zamanlı varoluşların önü kapanacak mıdır? Bunun üzerine biz konuşamayız. Varsayımlarda bulunabiliriz.


İnsanın ortadan kalkması ama canlıların devam etmesi halinde bir ritmleri, zamansallıkları olacaktır. Ama zihin bütünleşmesindeki anlamıyla zamanları olacak mıdır? Bunun üzerine biz konuşamayız. Bizim üzerine konuştuğumuz insanî zamandır.


Ya madde? Akış içindeki, sürekli değişim içindeki madde? Kendisine ait bir zamanı olmuş mudur? Zaman canlı işi midir? Bu soruyu da tüm zamanlar için tatmin edecek bir şey söyleyemeyiz. Bizim tasniflerimize göre cevap kolay. Sibernetiğin dünyasına göre daha karmaşık. Hepsinin önce ve sonrasına göre ise imkansız.


Madde nedir, canlı nedir, cansız nedir, varoluş ve yokoluş nedir, insanî anlamanın sınırlarında kalarak, belki biraz genişleterek, ama kendi imkanlarımız sınırında kalarak konuşabiliriz.


Kant bu konularda haklıdır. Zamana reel bir varoluş yazamayız. Tabii ki insani anlamanın sınırları içerisinde kalarak. Haddimizi aşmayarak. Aştığımızda, realite yazmayarak. Empirik idealizm(ler), transcendental realizm(ler)e yolaçar, ve tersi (bu konuda bakınız Allison, "Kant'ın Transcendental İdealizmi"). Kendimize maddeci bile desek bundan kaçış, kurtuluş yok.


Sonsuz bir dizgenin sonunun olması, dizgeyi açık sonlu yapmamızı gerektirmez. Dizge bir devamlılık fikridir bir anlamıyla. Gerçek değildir. Ama gerçeklik ile bir alakası vardır. Hakikati hakikatin ta kendisine ait değildir. Hakikati vardır, insan için, üzerine düşünülebilir, tartışılabilir, yanlışlanabilir, şu ya da bu kavrayışla kendisini sınayabilir.


Eflatunun soru cevap diyalektiğinin verdiği orta, ortada duran alan, arafta kalan hakikat, sohbetin, konuşmanın, koklaşmanın, meleşmenin, tartışmanın orta yeri, alan çekirdeğidir. Ortayı bulmak, ortayolculuk değildir, ortası olmaktır, hayatlı olmaktır, toplumlu, dilli, kültürlü, terbiyeli, edepli, ahlaklı, tartışmalı, eleştirili, hukuklu olmaktır. Eflatunun soru cevap diyalektiğine hakettiği anlamı veriş, bence, Eflatun'un dil kuramıyla mağara istiaresine hakikatlerinden fazlasını yazmaktan vazgeçip nahiv'e, gramere, lingvistiğe, semantiğe felsefeden bakabilmek, felsefeye de oralardan bakabilmekle mümkündür.


Gelecek düşüncesi, akış, devamlılık beklentisidir. Geleceğin sonu, gelecek düşüncesinin sonu olsa da, işleyişimizin, kuruşumuzun bir parçası olarak, sonsuzluk kavramı değil, sonsuzluğa açıklığın kavramdır. Zihinde son verilebilir, ama sona kadar, sonsuzmuşcasına ileriye açıktır, ileriye açıklıktır. Açık bir "dizgedir", benzetme mübahsa, ya da matematik dille formule edilmesi gerekiyorsa. Tanımına teorik bir son koysanız da, koymasanız da zihnin kategorik sürekliliği, sonlu ömrümüzle, sınırlı yaşam aralıklarında, fanî zihninlerde taşınmaya devam edecektir.


GELECEKTE GEÇMİŞ OLACAK/OLARAK GELECEK. Her gecenin bir sabahının oluşu. Her sabahın da bir akşamının, gecesinin. Yaşadıkça, düşündükçe, anladıkça hep daha iyi bir bakış noktasını olayları izleyen zincirlerin sonunda edinebileceğiz. Onlara da daha ilerdeki, daha geniş perspektifle bakabileceğimiz zamansal mesafelerden sonra. Tarihi mesafe, zamanımızdan zamanımıza varsayımsal mesafe değil. Hüseyinin babası Ali diyebileceğimiz mesafe.


Danto, Analitik Tarih Felsefesinde tarihî bakışın/anlamanın retrospektif olduğunu, geriye dönüklüğünü güzel anlattı. İdeal vakainüvis olayları ve ayrıntılarını kaydetse de, tarihçi değil, ilerdeki olaylardan değerlendirmiyor: Yorum gelecekteki olaylardan, geçmişi değerlendirmek, narratif olarak geçmişi bütünleştirmek. Elbette bu, biteviye bir çaba.


Birinci Dünya Harbi demek için ikincisi gerekiyor. (Baştan bunu söylesek kahin oluruz zaten tarihçi değil, bunu da ben not edeyim:)) Vakinüvis ikinci der mi, demez mi? Danto'nun makinası, objektivite için bir şarttı. Bence demez. Derse de, tarihçi olur, (yalnızca) vakainüvis ya da kayıt makinası değil.


Ancak, İkinci Dünya Harbi'ne üçüncüsünden önce de "ikinci" diyebiliyoruz. Birincisinin sayesinde. Bu bizi kâhin yapmıyor. Tarihçi yapıyor mu bu da ayrı bir soru. Bu hatırlatmama Danto ne derdi konumuzun dışında. Bunu mesele etmem ise anlamsız değil, örneklerin "relevans" ya da geçerlilik alanlarının dışına çıkarılmamaları için. "Yüzyıl Savaşı" demek için beklememiz gerektiğinden. Tarih kehanet değil. Yorum işi. Yorum, gelecek okuma değil, geçmişe kendisinden ileriki bir noktadan, noktalardan dönebilme, değerlendirebilme, olaylar zincirini daha sonraki bir noktadan narratif olarak bütünleştirme işi.


Gelecek, her daim, geçmişe daha iyi ışık tutacak. Sonuçlarını yaşayabileceğiz alayların, eylemlerin, olay ve eylem zincirlerinin. Şu anda, örneğin, bir anayasa değişikliği olacak. Değerlendirmelerimiz, eleştirilerimiz olacak. Ancak gelecekteki bir noktadan bakanın elinde daha büyük bir imkan olacak: Olan biteni bilerek (bilinebileceği kadarıyla elbette), izleyen gelişmeleri değerlendirebilerek. Bu imkan, bugünkü anayasa üzerine konuşmalarımızı anlamsız kılmaz. Daha büyük imkanlar, reel veriler, zamansal mesafe geleceğin tarihçisini bugünün aydınından daha büyük aydın kılmak zorunda değil. Önemli olan, olmuş bitmiş hakkında konuşma imkanına sahip olması. Tabii ki onun söylediklerini de yeniden değerlendirmemize yol açacak gelişmeler olacak. Daha sonraki bir noktadan daha farklı değerlendirmeler mümkün olacak.


Geçmişten ileri, gelecekten geri olmamız ne bizden önceki çabaların bizimkilerden küçük, eserlerin bizimkilerden basit olması anlamına gelir, ne de geleceği ezbere güzeller. Tabii ki ki şunu da unutmadan bunu söylemeliyim: Geçmişin ve bugünün çabalarını da miras edinen bir gelecek bizden daha kötüsünü de yapmamalı. Bu bir zorunluluk da değil.


Mevzuya dönersek, herhangi bir bugünü değerlendirme imkanımız, o bugün'den sonra gelecek, bir bugün ve geçmişte dönüşecek bir geleceği öngörür. Bir bugünü, kendisinden sonraki bir nokta olmadan değerlendiremez miyiz? Değerlendirebiliriz. Ancak bu tarihi bir değerlendirme, sonuçları, izleyen günleri, zincirleri hesaba katan bir değerlendirme olmaz.


Gelecekte geçmiş olacak bir gelecek düşüncesi tarihli oluşun şartıdır. Tarih kronoloji değildir. Yorum, bir değerlendirme, bütünleştirme işidir. Eldeki verilerle yapılır. İmkanlar zorlansa da, gelecek değerlendirmeleri boşa çıkarabilecek bir ufuktan konuşmak imkan dışı.


Gelecekte de geçmiş olacak. Kendimizi anlayabileceğimiz, değerlendirebileceğimiz. Ezbere konuşmayabileceğimiz.


BUGÜN. An'ı yaşamaktan başka çaremiz yok, zaten an'larda yaşıyoruz. An'ları an'lara bağlıyoruz. An'lar da an'lara bağlanırken belki bizi bağlıyor, zihnimizi, hayatımızı bağlıyor. Anlar anlara bağlandığından biz bütünleşiyorsak zaman bizim dışımızda mı? An'lı yaşadığımızdan mı anlar zincirinden ibaret hayat? Üzerine konuştuğumuz hayat mı, hayat üzerine bilinç mi? Hayatın bütünleşmesi, zhnin bütünleşmesi ile aynı mı? Şu anda konumuz (transcendental appersepsiyonunun birliği sorunu) değil. Zamanla geri dönmeye, üzerinde düşünmeye çalışacağız.


An'ı yaşamak, şimdide yaşamak farklı, "hemen şimdicilik" farklı. Herşeyi hemen yaşama ideolojisi, geleceğe emek vermemeyi, şimdiyi tüketmeyi, birikimi, hazırlığı, emeği, çabayı, daha iyi tesadüfleri, rastlantıları, gelecekteki imkan zincirlerinin farkında olmayı bir kenara itmeyi gerektirebiliyor. Yanılsama ya da bir gerçeklik duygusu olarak yarına "diş geçiremeyecek oluş"un, çaresizliğin de ifadesi, bugüne sarılarak, mümkün kontrolü de elde tutma çabası.


"Bugün!" dememiz ahlaki sorumluluğu ertelememe anlamında aslında. "Doğru iş yapacaksan, adil olacaksan, eziyet etmeyeceksen, barıştan yana olacaksan neden hep bir yarına erteliyorsun!" da demek. Bu anlayış, emeği çabayı, aklıselimi reddetmiyor. Beklemeyi, birikimi, örgütlenmeyi, aceleye getirmemeyi, ezbere konuşmamayı, paldırküldürcü olmamayı reddetmiyor.


Bugünün populerkültürel şimdiciliğini, ahlaki anlamda risk almayı, fedakarlığı, haysiyetli davranmayı ertelememeyi öneren şimdiciliğiyle karıştırmamak lazım.


Yarına ertelememek, herhangi bir anlamıyla "hayatını yaşamak" değil. Sadece sorumluluğunu taşıdığımız, omuzladığımız, hesabını verdiğimiz ve vereceğimiz bir hayat olarak hayatımızı yaşamamız söz konusu edilebilir bu anlamıyla.


Yemek, içmek, hacet gidermek değil söz konusu edilen: İnsanlığımızı unutmamak, insanlığın bugünü olduğunu unutmamak.


Her bugün'de, imkânlarımızdan yola çıkarak yaşarız. Bugün an demek değil. Bugünde yaşamak anda yaşamaktan farklı, bunu da not edelim.


Bugün an'da ve anında yapamadıklarımızı da kapsıyor. Elimizdeki gerçekleştirmeye çalıştığımız herşey bugüne, bugünümüze ait. bu anlamıyla, gelecek için hazırlıklarımız, gelecekte yapacaklarımızın önemli bir kısmı bugüne (de) ait.


Bu anlamıyla "bugünü yaşamak", "bugünde yaşamak", daha kapsamlı bir bugün anlayışının ifadesi. İnsan hayatının bugünü, bugündeliği, toplumsal hayatın içine kazılı bir anlayış gibi görünüyor ve bugün düşüncesine süreçdışılık sorunu yaşatmıyor.


YARIN KAYGISI. Herkes "yarınlar bizim!" demiyor. Yarınların güzelliği ya da zamanların bozukluğa, çöküşe gidişi iyimserlik kötümserlik ifadeleri olmasa da, yarından vazgeçmişlik bir hayat ve hayatlılık ifadesi değil.


"Zamanlara" çürüme yazma, çoğu kez çürümeyle ne kasdediliyorsa onu red. Zamanın getirdiğine isyan olmayabiliyor, ama bir itirazı da büyütme, mayalama işi .


Gelecek güzel demek de, insanlığı güzel günlerin beklemesi olmayabiliyor. İnsan, kendi parlak geleceği kariyeri, koparabileceğinden bahsedebiliyor.


Gelecek güzel ya da çirkin olabilir şu ya da bu ifadede. Ezbere anlamanın, açıklamanın bir anlamı, anlam kaygısı, anlama derdi yok.


"Gelecek korkunç!" diyen bir insan, insanlığı güzel günlerin beklediğini ama kendisine bunda yer olmadığını düşünebilir. Ya da tersi.


Değişik dönemlerin, değişik duruşların, değişik kaygılardan bakışın çoğulluğunda sorunlara/kavramlara/ifadelere yaklaşmak, anlamaya çalışmak gerekiyor.


Dışavurumları, his ifadelerini, hayata sindirilmiş anlayışlarla da karıştırmamak gerekiyor.


İster yorumcu, ister telekulakçı, ister açıklamacı, isterse de ezberci olalım, her ifadeyi bir iddiaya bağlamamak, her ifadeyi sorgulama nesnesi yapmamak lazım. Anlamaya çalışma konusunda elbette daha esnek şeyler söyleyebiliriz. Her ifade anlamaya açıktır, ama her explicit analiz ve eleştiriye, hukuksal ve polisiye tedbire açık değildir. (Eleştiri ve analiz konusundaki vurgum anlama kaygısının analitik ve eleştirel bir çaba olduğunu reddetmiyor.)


Dışavurumların yargılarla özdeşleştirilmesi, iddia olarak okunmaması gerekir.


Ekspresiviteye insanlık kaygısı ile yaklaşabiliriz sadece, öyle değil böyle dememizin alanında değil insan ah'ı, neşesi, kaygısı, paylaşım'ın alanında. Anlamsızın alanında değiliz. Anlayabiliriz. Anlayamıyorsak, açıklamaya çalışabiliriz (öncelikle kendimize). Bağlamından kopardığımızda ekspresyonları sloganlaştırırız.


Bireyci, insanın insanın kurdu olduğu bir paradigmayı anlayışla eleştirebiliriz. İnsanın toplumsallığını savunmak, insanın ifadesini kullanmamakla başlar.


Anlayış panik, ahlak satışı, dersini verme, bilimsel yaklaşımlı sömürgecilik işi değil.


Karamsarlıklar, iyimserlikler ufku açık olan kimseyi önce kendi ezberine, gördüğünü gözden geçirmeye yöneltir.


Öğreniriz. Öğrendiğimiz öğretir, öğretecekse.


BİR TASARIM OLARAK YARIN/GELECEK. Uğruna çalıştığımız çabaladığımız şey değiliz henüz. Olmaya çalıştığımız, uğruna ter döktüğümüz şey değiliz. Varlık ve Hiçlik'i (Sartre)hatırlarsak: (Henüz) olmadığınsın, (şu anda) olduğun değilsin.


İnsanın hayat tasarımının, kendisine sömürgeci bakışa itirazının açık ufku, geleceğe yönelmişliğinde.


İnsan bir gelecek de. Hem bir geleceğe atıfla kendisini savunuyor/eleştiriyor, hem de bugünü bir geleceğe yönelmişlikle yuğrulu.


Gelecek bir hayal, ütopya değil, bir yönelme, yönlenmenin gerçekleşmesi hayat bulması da.


Ütopyaların gelecek tasarımında etkisi doğrudan ve zorunlu değil. Habermas'ta, örneğin, iletişimin, anlama anlaşmanın mümkün olduğu bir regulatif ütopya. Bu sayede anlıyor anlaşıyoruz. Anlama, anlaşma mümkün ,çünkü insanlar söylediklerini kastdiyor, kasdettiklerini söylüyor, Konuşma, göründüğümüz gibi olmamız, olduğumuz gibi görünmemizin alanı bir başka deyişle, bir başka bakıştan.


Gelecek tasarımı olarak ütopyaların ise, insan teklerini dışladığı ya da çiçeklendireceği ezbere değerlendiremeyeceğimiz dünyaların ve dünya anlayışlarının ifadeleri.


Efendim. Kısa kesiyoruz. Çalıştığımız konulardan uzaklaşmamak için. uykusuz yazıldı, ve düzeltilemedi.

7 Haziran 2009 Pazar

Habermas - Gadamer Tartışması: Kitap


Yorumbilgisine zamanında öncelik vermiş bir yayıneviyle yaptığımız sözlü anlaşmaya göre 10 Eylül'e kadar Habermas-Gadamer Tartışması üzerine bir metin teslim edersem, Ekimde yayınlanacak (yayımlanacak?). Hacim üzerinde de 120-200 sayfa arasında anlaştık. (Yayınevine göre 200 civarı, benim verdiğim söze göre 120-200 sayfa arası).

Metin kuramsal felsefenin dili ile yazılacak.

Ağırlıklı tartışma gelenek, praksis, fronesis, konuşma, ideoloji, arkaplan, ufuk, eleştiri, anlama, anlaşma, tarihsellik, zaman kavramları üzerinde olacak gibi görünüyor.

İlk baskılar tartışıldıktan sonra (özellikle okuyucu panelleriyle ve öğrencilerimle) açıklayıcı, genişletici, temellendirici metinler eklenecek. Bunların bir kısmı soru cevap biçiminde olacak.

İlerideki baskılarda kısa bir yorumbilgisi sözlüğü de eklemeyi düşünüyoruz. Doğu batı sorununu ilgilendiren, dünyanın entellektüel bütünleştirilmesini içeren kısımlar da şu anda kaleme alınmayacak.

Gözdengeçirilmiş baskıda tartışmayla ilgi kapsamlı bir eleştirel bibliyografya da eklenmesi söz konusu olabilir.

Türkiyede Habermas Gadamer tartışmasının algılanışını değerlendirmeyi şimdilik düşünmüyoruz.

İlk elde tartışmanın gerekçeleri, geçerlilik alanları ve iddiaları daha önemli.

Bundan önce sözlü olarak sunabildiğimiz, tartışabildiğimiz konuyu kaleme alabilecek, yayına hazırlayabilecek imkanlarımız olmadı. Yine işten güçten yazma fırsatını bulamayabiliriz. Ama, geçim derdidir yorumbilgilerinin anası:)

Metinleri metinlere bağlayamıyorsunuz eskisi kadar belki, ama, tecrübe(den), hayattan okuyorsunuz bir ölçüde.

Tüm metinleri yeniden gözden geçirecek zamanı bulamayacağım aşikar. Konunun kendisi ve hakikatiyle sınırlı, kısa ama yoğun bir metni sunabilmek ise şartlarımı zorlayıcı ama mümkün.

Duyuruyor ve kendimizi bağlıyoruz.

Ağzımızdan çıkanı yapma gayretinde olduğumuz ve yalançı çıkmaktan hoşlanmadığımız bilindiğinden dolayı, niyet ifşasıyla işe başlıyoruz:)

Bakalım "eylülde gel"e cevap verebilecek miyiz?

Darısı, "Yorumbilgisine Giriş" ya da "Anlamanın Ahlakı"na.

Biz akademiden uzak tutulduk. Ya da bunu göze alabildik. Temizlik, hamallık yaptık. Yaşlılara baktık. Taksi sürdük. Dik ve bağımsız durduk. Hapisanelerde, işkencehanelerde kırılan bir nesli, kendi adlarına konuşanlanlarca engellenen, dağıtılmayan, basılmayan, yayınlanmayan, konuşturulmayan bir nesli arkamzıda bıraktığımız kitaplar konuşur bir gün.

Yazabilirsek. Zaman bulabilirsek. Nasipse.

Hakikatle ve ve hakikatlilikle. Yanılarak. Sınanarak. Didinerek.