3 Ağustos 2009 Pazartesi

Yazımerkezcilik-Sözmerkezcilik Sorununa Başka Bir Yerden Bakmak

Yalnız kutsal metinler değil, söylenmiş her söz, hatta doğrudan kendilerini ele aldığımızda tek tek her yorum, bitmiş, kendisi olmakla sınırlı, değişmez olarak ele alınabilir. Değişmez görmek yorumun -ilk elde yorumcuyla ilişkisinden dolayı olan- değişkenliğini reddetmek değil. Zamanda, mekanda yerleşiklik; bir bakış noktasından, birikimden, ilgiden bakış ister istemez yorumu çoğul kılıyor. Tek bir yorum'u çalışacağımızda, onu yorumladığı metin ile alakası içinde dahi olsa tematize ettiğimizde/ mevzu edindiğimizde yine ister istemez gelir geçer bir yorum olarak görmüyor, sabitliyoruz. Sabitleme, bir merkeze alış, ya da en azından bir görelilik içerisinde merkeze alış, mesele ediş.

Hakikat iddiaları somut okumalarda vücut buluyor. Değişmez dediğimiz metnin kendisi, bizim için anlamı değil. Bizim için anlamı, onun hakikat iddiasını, hakikatini, söylediğini bir anlama çabası içerisinde kendisini ele veriyor.

Yazı merkezcilik söz merkezcilik ayrımı sözün tamamlanmamışlığı üzerine kurulu. Bitmiş söz, sorunsuzca metin olarak ele alınabilir. Metin artık öznesinden, sözcüsünden çıkmış, bağımsızlığını bulmuş durumda. Ancak, metinin yazarının niyeti, niyetselliği gibi özneye bağımlıkta zorunlu olarak olmasa da nesnellik kurma çabaları son halini almış bir metin için de söz konusu edilebiliyor. Bitmiş metin oluş, çoğu kez klasik metinlerin tanım alanına giriyor. Burada söz konusu edilen özne/yazar/müellif bir öznelliğin sonucu değil, bir özneden çıkmış metni nesnel okuma iddiasından kaynaklanabiliyor.

İlk okuyucu, ilk muhatap(lar) anlam ya da yorum çoğulluğunu işaret etmede de kullanılabilecek olmasına rağmen "eski anlam"ı, "orijinal anlam"ı yakalamalarda başvurulabilen yenidenkurgulamalardan.

Yazının bitmişliği, form almışlığı, bağımsızlığı, zamanıyla sınırlı olmayışı, yazımerkezci bir iddiadan çok, "klasik metin"in şartları, ne olduğu, özellikleri üzerine. Nasıl yazılacağı sorun edilmiyor burada, yazılmışsa, klasik olup olmadığını bize söyletecek kriter üzerine konuşuyoruz.

Yazımerkezci bitmişlik, metnin kapanmışlığı bir başka unsurun vurgulanmasıyla: Konuşma, tartışmanın formalize olması, gündelik diskurdan ayrılması, metodolojik, bilimsel bir diskurun açılması. Bu aydınlanmadan önce de varolan bir eğilim, ancak onunla merkezi bir yer ediniyor. Buradan "aydınlanma yazımerkezcidir" sonucuna varmayı tutarlı bulmuyorum.

Yazımerkezcilik ve söz merkezcilik ayrımı, hristiyanlığın yahudilikten ayrışmasının entellektüel sonuçlarını tartışırken de söz konusu idi. Aydınlanma süreci ile ilişki içinde, yazı ve sözün söylenendeki hakikat iddiasını yakalama süreçleriyle alakasında, toplumsal anlaşma süreçleri içerisindeki tekil kültürlerdeki işlevleriyle vb ele alınmalarında ihmalkar davranıldı. Yani, hem genel bir hakikat sorunu içerisinde felsefe ve bilgi sosyolojisinden, hem düşünce tarihleri içerisinde, hem de hayat dünyalarındaki deskriptif olarak ifade edilebilecek gündelik/bilimsel yerleşimine dair yeterince çalışma yapılmadı.

Yazımerkezcilik, sokratik diyalog modelinin, soru cevap diyalektiğinin profesyonel, formel bir diskurun aleyhine zayıflatılması demek olarak da düşünülebilir. Bilimsel anlama, anlaşmanın dilinin gündelik dil, süreçlerinin gündelik süreçler olduğu gösterildiğinde, aynı paradigma içinde bile bir görecelileşme, metnin sabitliğini anlama ve anlaşmanın süreçselliğiyle dengeleme çabaları da söz konusu olabiliyor. Bu bir kopuş noktası mı? belki. Hem bir farkediş, hem de metodoloji ile çözme çabası yanyana gözlemlenebiliyor, tartışmaların dönüm noktalarında.

Metni sabit görmek, ya da gerçekten sabit olması ile akış içindeki metnin tematize edilme anlamında sabitlenmesi transcendental bir perspektif ten açıklayan değil de, meseleyi öznelararasılık sorunu olarak gören, interaktif, bildirişimsel bir anlama çabasında yazımerkezci anlamını kaybediyor.

Bir anlaşma, ufuk kaynaşması içerisinde, bir ilişkisellik, iletişim, alışveriş içerisinde anlam buluyoruz ve ulaşılan anlamın nasıl elde edildiği, anlamayla nelerin değiştiği, anlaşmazlıkların ne demek olduğuna v.b. dair değişik şeyler söyleyebilecek de olsak, sözün, sohbetin, konuşmanın önemini, primordiyalitesini paylaşan bir duruşu öne çıkarıyoruz.

Söz merkezciliğin sözelliğini değil, diyalogdaki söz öne çıkarılıyor. Zorunlu olarak en iyi formulasyonların değil, konuşma sürecinin içerisinde ifade edilebilen meram anlatış ya da karşılıklı alışverişte, söyleşmede anlaşabildiğimizi farkediyoruz daha zayıf formulasyonlarla yola çıkmış olduğumuzda bile ve en iyi formulasyona, tamamlanmış ifadeye ulaşmamız şart olmadan.

Yazı merkezcilik ile söz merkezcilik arasındaki ayrım, formel bir dil gerektirebilecek doğabilimlerinde ve metodololojisi olan bilimimler ile gündelik dil kullanan insanibilimler ve toplumbilimleri arasındaki çekişmenin nesnellik derecelerindeki farklılığın, arayışların, hatta karşıtlıkların ifadesi olarak görülebilirdi. Ancak, doğabilimsel paradigmaların, farklı yaklaşımların, perspektiflerin tartışması da manevibilimlerde (insan ve toplum bilimleri) olduğu gibi gündelik dilde, ufuk kaynaşmalarında, karşı karşıya gelişlerde, bir anlama anlaşma çabasındaki izafi edilişlerinde gerçekleşiyor. En derin haliyle kuramsallıkları buluşma, anlaşma, dil bulma, ortak dillerini oluşturma çabasında bir üst bakışa, "metadil"e, izafiedebiliştenkonuşmaya erişebiliyor.

Sosyalantropolojik bir kavram çifti olarak yazı ve söz merkezcilik açıklayıcı anlamlar taşıyabilir: Karşı karşıya getirerek, modelleştirerek. Bu tarzı, anlamanın kendisinin aşamaları, hareketleri olarak anlamamak lazım. Bu konuya son kitap okuma istatistiklerini değerlendirerek ele almaya çalışacağız. her konu, epeyce kendisi dışındaki konular demek de olsa.

(zamanınımız bu kadarına yetti, devam edecek, düzeltilecek)