21 Mart 2012 Çarşamba

"Örf ve Adetlerin Gereksizliği" İddiası

Diyelim ki örf ve adetlerin gereksiz olduğunu düşündük ve defteri kapattık.

İkinci bir soru derhal ensemizde bitecek, ayaklarımıza dolaşacaktır: "Örf ve Adetten kurtulmak mümkün müdür?"

Gelenek, gerekçelerini ve temellerini bugünkü duruşumuzdan doğruluğu sınanmış olarak çıkaramayacağımız tarihî ve toplumsal tecrübenin eseri, birikimidir. Gerekçesini ve nasıl temellendireceğimizi bilmediğimiz ya da yanlış temellendirdiğimiz her kurum yanlış, hatalı, kusurlu değildir. Hem yorum hem de gündelik uygulama olarak kendisini anlayışımızda bir kusur olabilir.

Gelenek bildiğimiz, geleneğin zaman ve mekâna bağlılığımızla aydınlattığımız veya aydınlığa çıktığı yorumlanmış, uygulanmış halidir.

Geleneklere hakim olabilmek ve topyekün eleştirebilmemiz için kendisini ve hayatını yorumlayan varlık olmamamız gerekir. Yorum tarihseldir, anlama ufkumuzla sınırlıdır, yorumlananın ta kendisi değildir anlam olarak elimizde olan.

Gelenek kendisini esir almaya, indirgemeye, tüketip kurtulmaya çalışan bir ufukta değil, açık bir ufukta eleştiriye tabi tutulabilir. Bu eleştiri de topyekün eleştiri değil, insanın kendisini ve ufkunu düzeltmesi, genişletmesi biçimindedir. Daha geniş bir anlama ufkundan, olgunluktan, daha ileri bir zaman ve mekâna yerleşiklikten sınanmakladır. Sınamak (karşılıklı) sınanmaktır.

İnsan yeniden yeniden değerlendirir düşüncesine tema edindiğini. İleri bir zaman olay zincirlerini ya da konuyu bir biçimde kavratacak şartları ortaya çıkarabilecektir. Her ileri nokta her anlamın sırayla kendini ele verdiği nokta değildir. Anlama geleceğe ve geleceğin imkânlarına açık bir süreçtir.

Hem ele aldığımız hiç bir zaman için ele alınanın kendisi, tamamı; tamamlanmış, bitmiş hali değildir. Hem de ele alışımızın ele alışların en mükemmeli, doğrusu, en kapsamlısı olduğu iddiasında bulunma imkânı ya da hakkı bize bahşedilmemiştir.

Örf ve adetleri kutsallaştırmayı, onlara tapınmayı eleştirme başkadır, örf ve adetleri gereksiz görme işi başka. Gereksiz görüp kendinizi "kurtulmuş" ilan ettiğinizde geleneğe esaretiniz başlar.

Geleneğin hikmeti kutsanmasında veya yadsınmasında değil, düşünmeyi, sorumlu yaşamayı şiar edinmiş tevazûnun, fanîliğin yorumlama, anlama ve anladığını nihaî yorum görmeme kapasitesi ile buluştuğunda kendisini ele verir: Bir yerde, bir zamanda anlaşılan hakikat sulanmış hakikat değildir, gerçekliğimizin hakikatidir, verimli ve açık bir ufkun yeşermesidir.