tag:blogger.com,1999:blog-68514918254748093212024-02-20T21:36:24.047+03:00Yorumbilgisi YazılarıYorumbilgisi, Yorumbilim, Hermenevtik, Hermeneutik, Hermenötik, Anlamak, Anlama Bilgisi, Anlamanın AhlâkıUnknownnoreply@blogger.comBlogger33125tag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-55568468228380287282021-07-23T10:39:00.006+03:002023-12-01T00:46:09.323+03:00Ne Zaman Buldum, Ne de Yorumbilgisine Yoğunlaşabildim<p>Buradaki yazılar yorgun argın internette gezinen okuyucuya hitap etti. Konunun etrafında dolaştım durdum. Makale türü yazıları ise bitmeden ve yayınlanmadan buraya bırakamıyorum, sağda solda kes yapıştıra maruz kaldık, kendi yazdıklarımızı başkalarının imzalarıyla okuduk durduk yıllardır.</p><p>Blogları ayırmam bir dönem belli alanlarda yazılar arayan okuyucu kitlesi yüzündendi. Zamanla, okuyucu kitlesini genişletmek yerine online not alma alanlarına çevirdim bloglarımı. Uzun bir suredir de okuyucu kitlesinin uzaklaşmasını bekledim. Okunmamak kadar, her şeye karışan, eleştiri getirme yerine trip atan yeni okur yazar kütlesince okunmak da sorunlu.</p><p>Akademik hayata karşı tepkim ve mesafem, dışardaki düşünceye ilgi duyanların hakikat dertlerinin olmamasıyla dinmeye başlasa da, üniversitelerin düzeysizlikleri katıldığım bir kaç kongrede yüzüme çarptı. Fena oldum. Hakikat derdi oralarda da kalmamış kabul ettim.</p><p>Akademi dışında fikir üreten hiç bir odak kalmadı. Akademi de hızlı üretim peşinde zor konulardan kaçar oldu. Olgunlaştırılması uzun yıllar alan konulardan kaçınma akademik eleştirinin de çöküşünü getirdi. Dergiler tartışmama dergileri olarak çıkıyor, bir yığın paldır küldür yazılmış, estepetapüften makale, iddia, yazı. Eskiden tartışmaya açıklıkla yer edinmiş dergiler birbirini övenlerin ideoloji üretim çiftliklerine, kadrolar cemaatlere/biraderliklere dönüşmüş.</p><p>Özel Sayı dergilerinden birisinin redaktörüne onca hatayı sonraki sayılarda düzeltmeme, tartışmama meselesini sordum, bir şey anlamadı, boş boş baktı. Eskiden dergiler okuldu. Şimdi bültenlere dönüştü.</p><p>Artık bir şeyler yapmak için geç de kalınıyor. Düşünce Tarihçiliğinin, edebiyat kuramının sığ versiyonu felsefeyi, toplum kuramını da gerekçelemesiz, temellemesiz bir yola sokmak üzere.</p><p>Boşa mı direndik onca yıl diye sormamanın nedeni biraz da Max Planck'ın kuramsal fizik için söyledikleri ile ilgili. Bilen bilmeyene anlatsın. Onun adına kurulan enstitünün entellektüel anlamda çöküşünin temellerini anlatmak isterdim. Praxis International kadrosunun bir kısmının Bosna Hersek'teki militarist tavırlarını, geriye kalanlarında 'nereden gelirse gelsin'ci bir yazıyla onca acıyı, katliamı ve tecavüzü kınayamayışlarını anlatmam kimi ilgilendirir ki? Richard Bernstein ve Habermas'ın o büyük krizdeki düşük performanslarıyla aydının rolünün eleştirel düşüncenin yeni neslini yolda bırakışı vb zor konular. </p><p>Universalia'nın sözcüleri meydanlardan çekilirken, Nominalia'nın mirasçıları bizi utandırdı. Postmodernler, yenisağcı düşünürler daha dürüst ve entellektüel tavır aldılar. </p><p>Ömrümün 12 senesi Habermas çalışmakla geçmişti. Gadamer ile tartışmasında Gadamer'in hakkının verilmemesi Gadamer'i daha ciddi okumamla sonuçlandı. O gün bu gün zor zaman dostum oldu. Bu tartışma için çıkan yayınların düzeyi çok düşük. Meselenin hakkını vererek yazmak için de uzun bir süre geçim derdi çekmemek gerek. Her ara verişimde, meselede başadönmek zorunda kaldım. Sadece hafıza sorunu, unutma, yeniden yoğunlaşma meseleleri değil, daha ileri bir ufuktan, daha derinleşen bir tecrübeden değerlendirme gerekliliğinden. Yorumbilgisinin kendi buyrukları da hep baştan başlattı diyelim. Müthiş bir zaman kaybı kariyere yönelik eser verme meselesinden bakılırsa. Hakikatperverlikten bakıldığında ise iyi ki böyle oldu demem daha doğru olur.</p><p>Kongrelerin birisinde çok zaman kaybettiğimi ve meseleyi unuttuğumu alman konuşmacıların sürelerini bana vermeleri, frankfurterlerin adıbüyük cahillere karşı koruyucu kalkan gibi dikilip anlayamadıklarını izah etmelerine şahit olduğumda düşünmeyi bıraktım: Hayatsız felsefe olmaz. Zaman kaybetmemişiz. En zor entellektüel meselelerde bile gerçekliğimizin hakikatine dönüp bakmayı öğrenmenin başka yolu yok. hayatı, hayatını ciddiye alacaksın, bir sincap gibi.</p><p>Entellektüel çöküşün sol geleneğin çöküşü ile de bağlantısı var. Düşüncenin ideoloji (Marx'taki yanlış bilinç) ile değiş tokuşunun da eleştirisi sınırlı kaldı. Althusser geleneğinin türkiyedeki düşünceye olumsuz etkisini de kendisi ile anlamamak gerekir. Diğer ülkelerde aynı içe kapanmayı ve eleştirel diskurdan kaçışı yaşamadılar.</p><p>Geçtiğimiz yüzyılın yıldız düşünürü Gadamer idi. Zor, derin, hakikat peşinde. Habermas eleştirel düşünceyi taşıdı, genişletti, toplum kuramı ve bilgi sosyolojisine büyük katkılarda bulundu ama en büyük toplumsal sınanmasında tatile çıkardı. Bosna'da olup bitenler bizlere çok acı çektirdi. Anlatması zor, acı, kahredici. Bir entellektüel kuşağın üniversiteyi terketmesine yol açan suskunluk, batımerkezciliğin bencilce tercih edilmesi vs vs ...</p><p>(düzeltilmedi)</p>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-33516366286823470192013-09-15T22:23:00.002+03:002013-09-15T22:23:55.840+03:00Entellektüel Düzey<br />
Bir şeyi çoktandır bulmuş olmak değil, bir şeyi soruyor olabilmek önemli.<br />
Toplumsal entellektüel düzey daha çok neye ihtiyacımızın olduğunun ifadesidir.<br />
<br />
Eldeki devasa entellektüel aygıt, birikim kendiliğinden konuşmaz, yeni bir şey söylemez.<br />
Söylenmiş ve alıcısı olmayan söz de söylenmemiş sayılmaz. Evet.<br />
<br />
Bir şey söylenmemiştir, ancak, sorusu geldiğinde cevabı mayalanmaya başlar. Söylenmemiş de söyleneceklerin, söylenebilirliğin, söylenip de gün ışığına çıkamamışların kapsamı altındadır çoğu kez.<br />
<br />
Hakikat sorusunu beklemez, bir zorunluluk olarak. Her hakikat iddiasının bir sorusu vardır.<br />
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-68407898368896446682012-10-29T05:06:00.001+02:002012-10-29T05:06:21.705+02:00Açık, Demokratik Bir Toplum Arayışı Bir Anlaşma Olarak Anlamanın Evini Arayıştır!Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-33202895803937720672012-10-02T21:50:00.002+03:002012-10-03T00:24:51.814+03:00Felsefe Açık Diskur ve Etkileşim İşidir!<br />
Eleştirel bir duruş, kendini gözden geçirme olarak "felsefenin kendisine dönmesi/yönelmesi"ne itiraz edemeyiz. ”Kant'a dönüş” (hattâ ”Hegel'e geri dönüş!”) şiarının karşısına Husserl’in ”şeylerin kendisine dönüş!”ü çıkarmasındaki hakîkat iddiasını da gözden kaçırmadan!<br />
<br />
Felsefenin yapması gereken şey "hayatın, görüngülerin kendisine dönüş" olmadığında bir içe kapanışın, hakîkati ideolojiye feda etmenin, hayat ve hakîkatten gelen eleştiri ile sınanışa kapanmanın önü açılır. Hayatın kendisine dönmeyen bir felsefe kısa sürede hakîkat kaybına uğrar, hakîkat iddialarını yitirmediğinde iddiaların ayrışmış çeşitliliğini yitirir.<br />
<br />
Modernizm'in savunulması, korunması meselesinin felsefenin geleceği ile örtüştürülmesindeki ”modernizm” ile kasıt ”modern eleştirel demokratik diskur”un temelleri ise pek fazla itirazım olmaz. İşin doğrusu, Modernizm'in bir paradigma olarak tartışma konusu edilmesi olsa da.<br />
<br />
Modern Diskur'un savunulmasının evrenseller-nominalia tartışmasına denk düşen tartışmaya da atıfta bulunması anlaşılır bir şeydir. ”Universalia”, evrenselleştirilebilir genel kavramlar, cümleler olmadan içinde eleştirel alışverişte bulunabileceğimiz, söz söyleyebileceğimiz ve düşüncenin çeşitlenebileceği diskurdaki eleştiri cezbedecek narrasyonları, önyargıları, hazır bulunan lafzı da kaybederiz kendisinden yola çıkılabilecek doğrular/eğriler kadar.<br />
<br />
Modern Diskur'un toplumsal, beşerî bilimlere ve doğa bilimlerine yazdığı kanunlu ilişkiler ve bilimsel bilginin bütün zamanlar için hakikikat açıcılığı sorunlu anlayışlar. Bilimsel bilginin ilerlemeli ve ilerlemeci modelinin bilimsel bilginin "bir kereliğine tüm zamanlar için"liği yanılgısını içten frenlediğini de unutmamamız gerekir. Modern bilim anlayışının içinde çeşitli pozitivizmler ve envai türlü pozitivzm eleştirileri (yerleşik/immanent?)dir. Modernitenin çeşitli sorunlarının modernizmin içinde de çözülebildiğini ifade etmemiz de hakkanî olacaktır.<br />
<br />
Modernizm'in içinde de bilimlerin paradigmatik yapısı görülebilmiş durumdadır. Bu, modern olanın zorunlu olarak çıkaracağı sonuç'tan çok varolan eleştiri ile ilişkide şekillenen bir kavrayıştır.<br />
<br />
Bilimlerin dönemselliği, zaman ve mekânsal sınırlılıkları, tarihsel ve dinamik oluşları tabii ki modernizmin bir gerekliliği veya eseri olarak ortaya çıkmadı. Modernizm zaman mekân tarihsellik, otorite ve önyargıdan koparılmış bir bilim anlayışının peşindeydi.<br />
<br />
Otorite, intersubjektif ölçü ve gelenek eleştirisinin bazan bilimin ruhban sınıfını yaratılmasına, bazan bilimin otomatiğinin otorite ile yer değiştirmesine, 1984'ler, "Cesur Yeni Dünya"lar, Hiroşima'lar, kitle imha silahlarıyla siyaset, terör dengesi teorileri, Moskova Mahkemeleri gibi uzanımlarının abartılı olduğunu varsaysak bile popüler kültürel hegemonyaya ve içi boşalmış, estetiğinden ve gerçekliğinden koparılmış hayat tarzlarına yol açtığını unutmamak gerekir.<br />
<br />
Habermas Modern Projeyi ”yarım (bırakılmış) proje” olarak görür ve tamamlamak isterken ”batı dünyası” ile ”diğer dünya” arasındaki evrenselleştirme sorunlarına takılır. Habermas'ın ”Onların bizden öğrenecekleri olamaz mı?” iddiası ile Gadamer’in ”karşı tarafın bize bir söyleyeceği var!” düşüncesi burada modern-eleştirel diskur ile hümanist-eleştirel diskur’un ayrışma hattını oluşturuyor.<br />
Bizde Hümanist Gelenek ile Aydınlanma Düşüncesi özdeşleştirilirken Modern Felsefi Diskur’da bu alanda bir ayrışma yaşanıyor. Hem Hümanist Gelenek'le hem de Modern Felsefi Düşünce ile geleneksel bağlarımızın olduğunu düşünmekle beraber Modern Diskur’un bir kontra-transfotmatif bir kavramsal model olarak alındığını, düşüncede belli bir sömürgesellik pozisyonu içerdiğini, batının tarihsel gelişim gerçekliğini algılamada, batının gerçekliğinin hakikatînin relativizasyonunda sorun yaşadığını düşünüyorum. Everenseller hem herkese açık ve herkes için, tarih karşısında herkes eşit, hem de tersi geçerli: ”Batı'nın süreçlerini yaşarsan doğal, hakiki ve evrenselsin!” yanılsaması. Batı’nın kriterleşmesi tarihten öğrenmeye değil, tarihsiz bir ideolojiye kapı açıyor.<br />
<br />
”Roman en ileri edebî formdur!” önermesi bile batı merkezli bir anlayışın tartışılmamış dayatmasıdır. Yanlışlanmaya kapalı, ideolojik bir dayatma, projeksiyondur. Neden mesnevi değil de roman? Şahıslar, iç dünya, bireysellik; düz yazı - şiir; yazımerkezci ve sözmerkezci gelenekler; doğu ve batı üzerine kuramlar pozitivist olmayan, eleştiriye açık sosyolojik bir ilerleme anlayışına ve sokratik diyalog modeline izafeten kurcalanamamış durumda. Metinde sabitlenmiş ile değil, konuşma ya da diyalog içerisinde ilerleyen bir anlaşma hareketi içerir anlama. Yani yazılı da olsa söz bir tartışma süreci gerektirir ve sorunun önceliği, sorunun cevabını arıyor ya da buluyorluğunun önemi buralardadır.<br />
<br />
Modern’in kaybı ile dünyanın irrasyonalizasyonu arasında bir paralellik, korrelasyon ya da ilişki varsa Modern’e sahip çıkma kaygısı anlaşılabilir bir kaygıdır. Modern hem en kapsamlı, karmaşık ve olgun modelleriyle eleştirilmeli; hem de modernizmin paradigmal yapısı ihmal edilmemelidir. Felsefi Yorumbilgisi gibi gelenekler modern olanı indirgemez, ideolojiye dönüştürmez; ideolojiye dönüştüğünden eleştirir, tıpkı eleştirel modern felsefenin yaptığındaki gibi.<br />
<br />
Adorno ve Horkheimer'in kaygıları Habermas'ın İletişimsel Eylem Kuramıyla henüz dönüştürülmüş, çizigisine çekilebilmiş değil. Habermas ile modern projenin tamamlanabilmesinin epey sorunlu olduğunu gördük, elbette başka çabalar da olacaktır, öncelikle Habermasın aşılması kaydı ile. Aydınlanmanın Diyalektiği’nin naif bir kaygıdan yola çıkmadığını bize zaman gösterdi. Modernizm'in kazanımları (ki bence bunlar açık demokratik diskur, yanlışlanmaya açıklık, parlementer demokrasi vb) terkedilmeden, reddedilmeden Modernite’nin yanlışlarını aşarak ”ilerlemek” düşünce geleneklerinin her yöndeki akla yatkın akışlarının ifadesi olacaktır.<br />
<br />
Bugün Modernizm'in eski bilim modellerinin peşinden gitmemesi reel bilim pratiklerinin eleştiriye açıklığıyla da alâkalı. İlkel bir modernizm eleştiriden geçmiş bir modernizmle artık pek benzeşmiyor. Jakoben, tepeden inmeci ilericiliğin, ya da sosyal darvinist bir sömürgeciliğin, otoriter ilerlemeci ideolojinin Kant sonrası aydınlanmacılıkla pek alâkası yoktur, ayırt etmek gerekir. Kant sonrası aydınlanma ile aydınlanma felsefesinin ilk biçimleri arasında dağlar kadar fark vardır.<br />
<br />
Modernizm iddiaları özgün, otantik, saf, bozulmamış bir modernizm'in ifadesi değil, çeşitli modernist duruşlar var ve bunlar diğer düşüncelerle karşılaşmış, etkileşmiş duruşların ifadesi. Karşılıklı söyleşebilen, konuşabilen, birbirini eleştirebilen, tartışabilen geleneklerin varlığı ve etkileşimi sanıldığından daha belirleyici.<br />
<br />
"Artık yeni şeyler söyleyemeyiş"i üzerinden felsefenin kendisini konu etmesi, ele alması, kendisini gözden geçirip eleştirmesi elbette doğru yöntemini buldukça hakikatle örtüşen büyülü ve büyüleyici bir teoriye dönüşün değil; bir praksis felsefesine, fronesis’e yönelimin ifadesi olacaktır. Modern dönemin abartılı ve yukarıdan aşağıya buyuran; hayatı, hayat tarzlarını ve praksisi belirleyen teori anlayışına demokratik, insanî, hakîki ve hakîkatli bir itiraz olarak. Gerçekliğimizin hakikatinden konuşma ve iddiada bulunma olarak, yeniden!<br />
<div>
<br /></div>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-51394092576644914272012-04-18T04:49:00.000+03:002012-04-18T05:14:52.641+03:00Öyle ise Öyledir!<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFhrh57gB_H9OmA1m9wzg8nvJSKWKwEAQRmvv4lkm0K46xNa_b7-UkvuZUMHCSrNxjjIUVOvzQrGzWsrl9aOrda-bf44hxe-lSb611aPBNJGnCu3kuRz_adngDimKs_boaqElDydEbS-c/s1600/WebCam_20071104_0556.bmp" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="150" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFhrh57gB_H9OmA1m9wzg8nvJSKWKwEAQRmvv4lkm0K46xNa_b7-UkvuZUMHCSrNxjjIUVOvzQrGzWsrl9aOrda-bf44hxe-lSb611aPBNJGnCu3kuRz_adngDimKs_boaqElDydEbS-c/s200/WebCam_20071104_0556.bmp" width="200" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
Öyleyse öyledir. Böyleyse böyle.<br />
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
Nasıl ise öyledir, ne ise o olacak olan.</div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
Doğru anlama yoktur: Her anlama geç anlamadır, geçici anlamadır. Yanlış anlaşılmaya itiraz, demediğini söylememiş olmak içindir. "Sorumluluğunu üslenmeyeceğim, savunmayacağım sözü kimse ağzıma koymasın"dır.</div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
Her anlamanın geç anlama oluşunda da, bir başka yerden anlayışa göre yanlış anlama olabilmesinde de sorun yok. Anlama zaten budur, bundan ibarettir. Anlama, anlamanın kapısını açar. Anlayan anlaşılandan, anlaşılan <i>mevzu</i> üzerinde daha ileride olsa bile, anladığının içeriğini boşaltamaz, tüm zamanlar için sabitleyemez. Anlaşılan yorumdan ibarettir. Uygulanan da.</div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
Anlama özel değil kamusaldır, yazıda çivilenen değil, konuşmayla kendisine hareket edilen anlaşmadadır.</div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
Anlaşma imkânı paylaşılanın, bölüşülenin, sırt dönülenin, çarpıtılanın dünyasındadır.</div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
"Yanlış anlama" çarpıtma olduğunda sorunludur, doğru anlama zaten yoktur, olsaydı da sabitlenemez, avuçta tutulamazdı.</div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
Çarpıtma, öznelliğin masumiyet ifadesi de olabilir, tartışmaya kapalılıkta, dayatmada yitirilebilecek bir masumiyetin. </div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
Anlama, tartışmaya kapalı olduğunda tahakküm eder nesnesine. Nesnesini "Onun bana bir diyeceği var!"dan görmek, söyleyeni kendi sözünün otoritesi görmek "Ona bir diyeceğim var, Onun da benden bir öğreneceği olamaz mı yani' den farklıdır.<br />
<br />
Dinlediğimin, okuduğumun bana bir diyeceği var!</div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
"Söylediğin budur!" <i>doğru anlama iddiasında</i> bulunan bir <i>yanlış anlamadır</i>. Hiç bir yanlış anlama "bu bir anlama değildir, bu bir yanlış anlamadır!" demez.</div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
Yanlış yorumu dışlayan, yanlış yorumdaki "doğru"dan, yanlış yorumla ulaşılacak "doğru"dan kaçıştır.</div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
Doğrudan kaçış, sabitlenecek, sonuçlanacak, bitirilip tüketilecek olandan kaçış değildir: "Evet bunu söylüyorum!"dan, doğrulamadan, <i>başkasını onaylama'</i>dan kaçıştır.</div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">
Ve kaçış yüzleşmenin gölgesinden yaratılmıştır.<br />
<br />
İnsanî olan, insanîdir.</div>
<div>
<br /></div>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-63678888914522416702012-03-21T00:59:00.003+02:002012-04-23T06:07:27.945+03:00"Örf ve Adetlerin Gereksizliği" İddiası<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFhrh57gB_H9OmA1m9wzg8nvJSKWKwEAQRmvv4lkm0K46xNa_b7-UkvuZUMHCSrNxjjIUVOvzQrGzWsrl9aOrda-bf44hxe-lSb611aPBNJGnCu3kuRz_adngDimKs_boaqElDydEbS-c/s1600/WebCam_20071104_0556.bmp" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="150" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFhrh57gB_H9OmA1m9wzg8nvJSKWKwEAQRmvv4lkm0K46xNa_b7-UkvuZUMHCSrNxjjIUVOvzQrGzWsrl9aOrda-bf44hxe-lSb611aPBNJGnCu3kuRz_adngDimKs_boaqElDydEbS-c/s200/WebCam_20071104_0556.bmp" width="200" /></a>Diyelim ki örf ve adetlerin gereksiz olduğunu düşündük ve defteri kapattık.<br />
<br />
İkinci bir soru derhal ensemizde bitecek, ayaklarımıza dolaşacaktır: "Örf ve Adetten kurtulmak mümkün müdür?"<br />
<br />
Gelenek, gerekçelerini ve temellerini bugünkü duruşumuzdan doğruluğu sınanmış olarak çıkaramayacağımız tarihî ve toplumsal tecrübenin eseri, birikimidir. Gerekçesini ve nasıl temellendireceğimizi bilmediğimiz ya da yanlış temellendirdiğimiz her kurum yanlış, hatalı, kusurlu değildir. Hem yorum hem de gündelik uygulama olarak kendisini anlayışımızda bir kusur olabilir.<br />
<br />
Gelenek bildiğimiz, geleneğin zaman ve mekâna bağlılığımızla aydınlattığımız veya aydınlığa çıktığı yorumlanmış, uygulanmış halidir.<br />
<br />
Geleneklere hakim olabilmek ve topyekün eleştirebilmemiz için kendisini ve hayatını yorumlayan varlık olmamamız gerekir. Yorum tarihseldir, anlama ufkumuzla sınırlıdır, yorumlananın ta kendisi değildir anlam olarak elimizde olan.<br />
<br />
Gelenek kendisini esir almaya, indirgemeye, tüketip kurtulmaya çalışan bir ufukta değil, açık bir ufukta eleştiriye tabi tutulabilir. Bu eleştiri de topyekün eleştiri değil, insanın kendisini ve ufkunu düzeltmesi, genişletmesi biçimindedir. Daha geniş bir anlama ufkundan, olgunluktan, daha ileri bir zaman ve mekâna yerleşiklikten sınanmakladır. Sınamak (karşılıklı) sınanmaktır.<br />
<br />
İnsan yeniden yeniden değerlendirir düşüncesine tema edindiğini. İleri bir zaman olay zincirlerini ya da konuyu bir biçimde kavratacak şartları ortaya çıkarabilecektir. Her ileri nokta her anlamın sırayla kendini ele verdiği nokta değildir. Anlama geleceğe ve geleceğin imkânlarına açık bir süreçtir.<br />
<br />
Hem ele aldığımız hiç bir zaman için ele alınanın kendisi, tamamı; tamamlanmış, bitmiş hali değildir. Hem de ele alışımızın ele alışların en mükemmeli, doğrusu, en kapsamlısı olduğu iddiasında bulunma imkânı ya da hakkı bize bahşedilmemiştir.<br />
<br />
Örf ve adetleri kutsallaştırmayı, onlara tapınmayı eleştirme başkadır, örf ve adetleri gereksiz görme işi başka. Gereksiz görüp kendinizi "kurtulmuş" ilan ettiğinizde geleneğe esaretiniz başlar.<br />
<br />
Geleneğin hikmeti kutsanmasında veya yadsınmasında değil, düşünmeyi, sorumlu yaşamayı şiar edinmiş tevazûnun, fanîliğin yorumlama, anlama ve anladığını nihaî yorum görmeme kapasitesi ile buluştuğunda kendisini ele verir: Bir yerde, bir zamanda anlaşılan hakikat sulanmış hakikat değildir, <b>gerçekliğimizin hakikatidir</b>, verimli ve açık bir ufkun yeşermesidir.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-80436225472250332782011-11-13T18:18:00.003+02:002011-11-13T19:03:39.949+02:00Soğuksavaşın Tıbbiye Kolu, Akıl ve Zekâ Üzerine Not<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1069333&Date=13.11.2011&CategoryID=77" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="168" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfRFf-xrhHfitcYqJet9x9hByWrMJQTTb47YZZRw8PjR-VPtm6CI8M9E1oUzMZg2U-yAY8Hvc5FX4DpbXq3g_RgjBmunVIhyphenhyphen055VaSQ8gZSjuGT7qX-P5z9FIl7_qezotEeY1-Ixfiw9U/s200/Ads%25C4%25B1z.jpg" width="200" /></a></div>Birisi Mamak Askeri Cezaevinde diğeri Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde görev yapmış iki hekimin, iki tıp profesörünün mahkûmlar, işkence mağdurları üzerine hazırladıkları araştırma raporlarını ve bildirileri okuyorum.<br />
<br />
Okuduğum ilkel bir psikiyatri, sosyal interaksiyonun farkına varmamış bir sosyalleşme anlayışı, külüstür bir kriminoloji ideolojisi, inceliği olmayan fikir yürütmeler ve cehalet, derin ve ukalâ bir cehalet.<br />
<br />
Mahkûmların zekâ kıtlığı üzerine yazmış birisi. Ötekisinin kast anlayışını andıran bir doğuştan suçlu-suçluluk tezi var gibi görünüyor.<br />
<br />
Okuduklarımda ilgimi çeken, bu şahısların kriminolojiye verdikleri önemi kendi bilim dallarına vermemiş oluşları. Tıbbî deontolojiden habersiz ve dünya hallerine karşı dokunulmaz taraftan olduklarından haberdar edici bir havadalar. Ahireti var mı bu muhafazakârlığın? Varsa nasıl bir ahiret, dünya yargısı umurlarında olmadığına, kendi doğrularını mistifisize edebildiklerine göre?<br />
<br />
Psikiyatrinin alanında kimbilir kaç ”bilim adamı” bu şahışsların rehberliği ve koruması altında yetiştiler. 12 eylül sonrası psikiyatri, psikanaliz ve kriminoloji metinlerine göz atmamız ve eleştiriden geçirmemiz, birileri eğer bilim yapabildilerse onların da hakkını verebilmemiz gerekiyor.<br />
<br />
Baskı altındaki bireyin davranış biçimlerini, kapanışlarını, içe dönüşlerini farkedememiş olmaları işkence mühendisliği yapmadıklarını ancak, ”ideolojinin” hekim hırkası giymiş komiserleri olduklarını gösteriyor. Mahkûmların kaderleri üzerine söz haklarının olduğunu düşünmeleri, adaletin kurumlaşması ve gerçekleşmesi süreçleri üzerinde kafa yormamaları kriminolojik ilgilerini psikiyatrinin alanına çektiklerini açığa vuruyor. Bir bilim dalı, alanı değil, bir revir ve vesayet olarak psikiyatri!<br />
<br />
Benzeri bir dünyayı toplama kampları dışında bir bağlamda da düşünmek isteyenlere "<a href="http://www.imdb.com/title/tt0083967/">Frances</a>"i izlemelerini salık veririm.<br />
<br />
Mamakta görev yapan, şimdilerde profesör olan kişi, zekâ üzerine ahkâm keserken, aynı cezaevinde tecavüze uğramış 30 küsür genç kızın bulunduğunu farkedebilecek bir zeka derinliğine sahip değil. İnsanların acılarını yüzlerinden okuyamayan, zekâlarını okuyup ölçebiliyor kanaatinde.<br />
<br />
Farketmemezlikten gelişler ise bazı biçimleriyle birilerince uyanıklık olarak görülebilse de zekâ işi değil. Bahsettikleri akılsız bir zekâ olmalı! Akılsızın sorumluluğu da, vicdanı da olmaz. Görmek, anladığını ve bildiğini insanlıkla, hayatla hakikatle düzeltmek insanlıkta karar kılmışlara mahsustur. Kapısı insanlaşmaya açık olanlara.<br />
<br />
Onlar belki de bunu yarım yamalak kavradıklarından mahkûmları tımar etme derdindeler. Oysa kendilerinde adaletin herhangi bir anlamıyla sorumluluk duygusu yok. Ezberlerini delebilen, deşebilen hiç bir hakikatten gelecek ışığa açılmış perde yok.<br />
<br />
Karşılarında aç, eziyete uğramış, ele verilmiş, arkadaşlarını ele vermiş, direnmiş, direnmekte olan, orada niçin bulunduğunu anlayamayan gecesi gündüzüne karışmış, doğrusunu da eğrisini de anlatmaya tereddütlü bin bir insan var.<br />
<br />
”Hayvanlarla ilişkiye girdiniz mi?” diye soruyorlar, ”babanızdan sopa yediniz mi?”.<br />
<br />
Evet, ahlâksızlık akılsızlığın en derin formu!Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-7906888425018612202011-11-02T14:44:00.006+02:002011-11-04T01:57:50.521+02:00Tombilikus Dombiliks Notiksus Araştırmaları Enstitüsü Kuruldu!<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTTaxQTE0bM3xWxfwMLw0QZ8T9SlQA85tGjRLMT_MWjfQ84PfPUSZoWOccBGPteOXEaayIzdaN4wa34OJsJIITOcvESaXOPIlcz_vno_VickjucTIK0Z3SsW54d1bWjAR7QL5AA1lpLao/s1600/_emsiyeli_g_zel.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="150" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTTaxQTE0bM3xWxfwMLw0QZ8T9SlQA85tGjRLMT_MWjfQ84PfPUSZoWOccBGPteOXEaayIzdaN4wa34OJsJIITOcvESaXOPIlcz_vno_VickjucTIK0Z3SsW54d1bWjAR7QL5AA1lpLao/s200/_emsiyeli_g_zel.JPG" width="200" /></a></div>Tombilikus Dombiliks Notiksus Araştırmaları Enstitüsü faaliyete geçmiş bulunuyor.<br />
<br />
<a href="http://pisikopati.blogspot.com/2011/11/pisikolinguistik-baz-acklamalar-ve.html">İlk araştırma raporu</a> sosyolingvistik'in alanında, Tombilikus Dombiliks Notiksus'un dil bilinci üzerine fenomenolojik bir çalışma.Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-35654651419824366172011-10-23T10:36:00.001+03:002011-10-23T10:37:27.206+03:00Bir Düşünce Deneyi: "Tekrar Dünyaya Gelseydim"Tekrar dünyaya gelebilseydim şimdiki tecrübemi unutmuş olarak gelecektim. Unutmuşluğun her hangi bir anlamında.<br />
<br />
Şimdiki tecrübemi devreye sokabiliyor olmayacaktım.<br />
<br />
Tecrübemi devreye sokabilseydim dahi, tecrübe geçmiş üzerine bir tecrübe olacaktı, şimdiki kadar gelecek üzerinde hakim olabilecektim. Hakim olmanın anlamını açık bırakarak.<br />
<br />
Şu anki halimle dondurulup uyandırılma gibi bir şey dahi olsaydı tekrar dünyaya gelme, hafızamla, sorumluluklarımla beraber, daha değişik insanlarla, daha değişik bir zamanda birlikte olacaktım.<br />
<br />
Oysa "tekrar dünyaya gelmek"le kastımız çoğu kez, aynı hayatı baştan alabilmekten ibaret.<br />
<br />
Aynı hayatı baştan aldık diyelim: Şimdiki aklmız, şu anki reddetmek üzere olduğumuz hayatın ürünü. Bu aklıi tecrübeyi, geçmişi bırakıp, yeni bir geçmiş sahibi olmak için geçmişe dönmek istiyoruz. Oysa bırakmak istemediğimiz aklımız eski geçmiş demek istediğimiz bir geçmişin ürünü.<br />
<br />
Hayatımızdan memnun değiliz diyelim. Memnun olmadığımız hayatı düzeltebilmek için memnun olmadığımız hayatın ürünü bir aklı, bilinci, tecrübeyi korumak istiyoruz. Aklımız ve tecrübemiz sıfırlansa, neyi yeniden yaşayacağımız, neyi yaşamayacağımız, bugünden daha iyi bir noktaya gelip gelmeyeceğimiz belirsiz.<br />
<br />
Diyelim ki bugünün aklıyla sıfırdan alabildik hayatı. Eski yanlışlarımızı düzeltmeye başladık. Düzelttiğimiz yanlışların bizi ve diğer insanları götüreceği yer şimdikinden farklı bir yer olacak. Yüz vermediğimiz birisiyle evlendik, başka okula gittik, bunlar olduğunda, dünyamız da, biz de etrafımız da başka olmaya başlayacak.<br />
<br />
Yangınları, katliamları, kazaları engelledik. Peşinden geleceklerin ne olacağını bilmiyoruz ki. Gitgide, akışı düzeltmekten, bir bilinmeze doğru yol almaya başlayacağız. Gidişat hakkındaki beklentilerimiz ve bilgilerimiz tahmin ve çaresizlik duvarını aşmamıza yetmeyecek.<br />
<br />
Hayatta öyle şeyler olabilir ki, onları durdurmakla gidilebilecek yer, herhangi bir bugün veya yarında gelinebilecek yerden iyi olabilir, iyi olduğu düşünülebilir. Öyle olduğunda dahi, genel sonuçlar daha olumlu geldiğinde dahi, o zamana başarıyla gelmiş olanların ayağının altındaki halıyı da çekmiş olacağız. Kötüler iyi olabilecek, iyiler daha talihsiz bir noktadan başlayabilecekler.<br />
<br />
Kansere çare bulan, büyük bir savaşı engelleyecek birisinin annesi olacak bir kadınla evlendik diyelim. O çocuk dünyaya gelmeyecek. Böyle bir şey olduğunda, olan bir şey olmamış olacak. Diyelim ki reinkarnasyon doğru ve bu çocuk başka birilerinin çocuğu olarak dünyaya geldi. İçinde yetiştiği aile, ortam olmayacak.<br />
<br />
Bir başkası aynı işi yaptı diyelim. Diyelim de, dünyaya geri gelme, hayatımı baştan başlatmasını dileme nedenimin onun dünyada olmasından ağır bastığını nasıl ölçeceğiz? Bu geriyesarış bizden gelen bir talepten dolayı ise. Elimizde olmayan nedenlerden dolayı geri sardığımızda filmi, bu bizim tercihimiz olmayacak.<br />
<br />
Hafızamız, tecrübemiz bizde kaldığında da, hangi yaşta hangi yaşın aklını, kimliğini koruyor olacağız? İç yaşımızda yetmiş yaşın bilinci hakkani mi diye sormayalım haydi. İş kolaylaştırıcı bir şey mi, yoksa bir pranga mı olacak bize? yetmiş yaşın tecrübesinde bir iç yaşında bebek olduğumuzda, hatta dil bilmeden, dil uzmanları kadar ayrım yapabildiğimizde yaşımızın hakkını verebileceğimize emin olabilir miyiz?<br />
<br />
Kimliğimiz, kişiliğimiz daha baştan başka bir kişiliğe doğru kayacak.<br />
<br />
Doğuştan kazanılmış bir kişiliğimiz olduğunu, ömür boyu bununla devam ettiğimizi düşünmekteysek terbiye, tahsil, emek, çırpınma, onca olgunlaşma çabası niye?<br />
<br />
Her şey "dünyaya yeniden gelseydim, yaptığım yanlışları tamir etmek isterdim" dememle başladı. Geleceğe yönelik yanlışlarımı değil, geçmişe yönelik yanlışlarımı geleceğe yönelik yanlış olarak düşünerek tamir etme durumu. Geçmişi tamir etmek ve başka bir bugünde olmak için bugünkü halime, ihtiyaç duyarak.<br />
<br />
Başka bir bugünü istemiyor olabilirim. Bugünkü dünyayı beğensem de beğenmesem de, geldiğim yeri kanıksayarak, kabullenerek sorumluluğunu üslenerek yaşadığımdan.<br />
<br />
Bu sorumluluktan yola çıkarak, bu sorumluluktan kurtulmak isteyişim ilginç olan. Filmi geriye sararak geçmiş bir noktadan başlama işi o kadar küçük bir müdahale için olsaydı geriye dönüş için yeterli bir talep oluşturabilir miydi? Belki.<br />
<br />
İnsanlar kaybettikleri ev anahtarı için bile geriye dönüş talep edebilir, iş insanlara kalsa, buna fazla kafa yormayalım. Önemli olan bu talebe olumlu cevap verilseydi ne olacağında.<br />
<br />
Güzel bir kızla buluşma yerine kendisine araba çarpan yaşlı bir kadını hastahaneye götürmekten vazgeçmek değildi, hayatla ilgili pişmanlık noktaları buralarda değildi. Kabalık, hoyratlık, vurdumduymazlık hallerine karşıydı. Ama insan olgunlaşarak, yanlıştan öğrenerek incelmiyor mu?<br />
<br />
Derdim, hastahaneye götürdüğüm tanımadığım yaşlı kadının yerine dünya güzeli ve iyisi bir genç kızla buluşma değil de, eğer genç kızla yaşlı kadını yüreğim burkularak birilerine emanet edip buluştuysam, yaşlı kadını hastahaneye götürüp genç kızı sokakta ağaç etmek, küstürmek için ise? Bu beni daha iyi bir insan mı yapar? Yaşlı kadını başkalarının insafına bırakıp gitmem bu kadar derin yara açmış olsaydı içimde, bu bir dersini almışlık da olacaktı. Oysa ben yaşlı kadını hastahaneye kaldırdığım için, böyle bir yaram yok. Sadece bir genç kızı incittim. Bir daha buluşamayacağım, haki anlatamayacağım. Adresi olmayan, nereye gideceğini bilmediğim. Ya da adresimi ve nereye gideceğimi bilmeyen. Onu o gün cuntanın siyasi polisi aldı diyelim. Ya da beni. Buluşmamız halinde olmayacak mıydı benzer bir aksilik? Sanırım olmazdı. Ama olabilir, oluyor. Herkese de olmuyor. Bazılarına hayat kolay. Bazıları için ise hayat adeta bir okul. Bundan mı şikayetçi olacağım.<br />
<br />
Hayat bu, köprüler yıkılıyor, insan çanakkale savaşına gönüllü yazılıyor, bir bekleyeni olduğu halde. Bir yaralıyı evine alıyor. Bir düşmana su vermeyi insanlık biliyor, kendi dostlarıyla kötü oluyor.<br />
<br />
Linç edilen bir devlet başkanını korumak zorunda kalan muhalifi de linç edilse onu bekleyen muhalif sevgilisi ne diyecek? Aferin mi diyecek? Demediği halde hep muhalif mi kalacak? hep muhalif kalacağı kınadığı halde?<br />
<br />
Dünyaya ne yüz vermediğim güzel kızlar için dönmek isterim, ne elimde avcumdakileri küçümsediğim için. Reddetmek vazgeçmek insanlığın bedeli. Kimi arkadaşının aşkı, kimi komşunun göz diktiği iş, kimi başkasının evi. Kiminin canı kıymetli. Kiminin gözünde başka insanın beklentileri rüyaları yok. Ama senin var.<br />
<br />
Sevilen bir insan olmak, yetenekli olmak, imkanları olması insanın, istediği okullarda okuması güzel bir şeydi. Bunlardan yararlanmadım sanması acı gelse bile bazan.<br />
<br />
Ne zaman? Çaresiz kaldığını düşündüğünde, gelecek ürküttüğünde. Bunlar bazan olur. Olur ve geçer. Geleceği olan insan geçmişe takılmaz.<br />
<br />
İnsanın feda ettikleri gerçekleşmeyen bir rüya için bile olsa, sevmediği bir insanın hakkını savunmak için de olsa, kazandığı kendisi. İnsanın kendiliğinden, kendisinden başka kazanabileceği nesi var acaba?<br />
<br />
İnsanın insan olarak kazandıkları, kendisini insanlığa kazanış da. İnsan oluş toplumlu oluş, başkalarıyla oluş, insanlığı önceleyiş.<br />
<br />
Hem o kadar ötekilik, ötekileştirme, başkası, başkalaştırma der insanlar hem de başkalarıyla birlikte oluşun, insanın kendisini gerçekleştirmesinin toplumsallaşma olduğunu telaffuz edemezler.<br />
<br />
Ne kadar eksik olana, yalan yanlış olana özeniyoruz. Izdırabımız, insan olmaktan imtina ederek dindirilecek sanki.<br />
<br />
Yanlışlı, bir şeyler kaybetmiş, belki hayattan koparılabilecek minimal şeyleri de kaçırmış insanlar olarak görebiliriz kendimizi. Ya hayat tecrübemiz, insana bakışımız, aklımız, fikrimiz, değerlerimiz, öğretebilecek, kurabilecek, inşa edebilecek olduklarımız?<br />
<br />
Evet bir kümesim bile yok. Dünyalar önümdeydi. Reddettim. Bugün pişman olmak zorunda mıyım? Yaptıklarımdan bir kâr sağlamadım. Ama, kâr sağlamış olsaydım utanmaz mıydım?<br />
<br />
Yoldan geçen kızları çukura düşürebilen delikanlılar da evde kalabiliyorlar, hapisten çıktıklarında. Dünya güzeli kızlar da dağa kaldırılıp oynatılabiliyorlar ömür boyu.<br />
<br />
Evlerine döndüklerinde hiç bir şey olarak mı dönüyorlar?<br />
<br />
Ermiş olan eski bir cellat.<br />
<br />
Çöle düşen eski bir hükümdar.<br />
<br />
Mazbutluğu vücutlandıran eski bir hayat kadını.<br />
<br />
Eskiden yaptıkları için değil de, insanların haklarını savunduğu için içeri düşen zulme uğrayan bir işkenceci.<br />
<br />
Ve tersi. Artık dünyanın meyvesini toplamaya kalkışan diğerkâmlar, insanlık timsalleri.<br />
<br />
Eskiden "iyi bir hayat ideali" vardı, şimdi yok. Güzel bir kadınla dolaşmayan yiğit kendini başarısız sanıyor, yakışıklı bir delikanlıyla başbaşa kalamamış bir genç kadın kendisini affedemiyor. Hem bugün diyor insanlar, hem de kısa bir geçmişte takılıp kalıyorlar.<br />
<br />
Kuttül Ammarede, Çanakkalede feda edilen sanki bir boşunalık için edilmişmiş gibi.<br />
<br />
Açken el uzatmadığım ekmek benim ekmeğim asıl. Göz dikmeyerek edindiğim tok gözlülük. Faydalanmaya kalkmadığım insanlar benim insanlarım. El koymadığım servet, bana insanlık servetini veren.<br />
<br />
Dökerek saçarak, acı çekerek, bazan çektirerek yaşadık. Ama başka bir hayat, kendi hayatımın dışında bir hayat yaşamak istemiyorum. Benden alacağı olanlarda alacakları bir şey bırakmamayı isterdim. İhmallerimi tazmin edebilmeyi. Bazılarından özür dilemeyi. Bazılarından özür veya teşekkür beklemediğimi söyleyebilmeyi.<br />
<br />
Geri dönmenin değil, tecrübemin, hayat sahibi olmanın eserini verebilmenin rüyası olmalıydı kapımda beklettiğim.<br />
<br />
<br />
(uykum gelene kadar yazdım. düzeltmedim.)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-48587064717908948732011-09-30T10:20:00.004+03:002011-09-30T18:03:25.227+03:00Hemen Şimdi?<div class="Body1">"An" sorumluluk anı.<o:p></o:p></div><div class="Body1">"An" sanılan geçmişle geleceğin daralmış an'ı.<o:p></o:p></div><div class="Body1">"Şimdi değilse ne zaman?" talmudik bir soru.<o:p></o:p></div><div class="Body1">Kapkaç işi değil, "bugün/yarın ölecekmiş gibi" olmanın alanından.<o:p></o:p></div><div class="Body1">"Hiç ölmeyecekmiş gibi"lik de bir hatırlatma, geleneğin hakikatinin temellerinden.<span style="color: windowtext; font-family: 'Times New Roman'; font-size: 10pt;"><o:p></o:p></span></div>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-59642874279583439212011-08-25T04:37:00.002+03:002011-08-26T02:57:08.308+03:00Ayna Ayna Benden Yakışıklı Yorumbilimci Kim Var?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-WSOhbf9b22A/TlSidBIi9yI/AAAAAAAACE0/n2sGcaNWB6s/s320/en+birinci+notik.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-WSOhbf9b22A/TlSidBIi9yI/AAAAAAAACE0/n2sGcaNWB6s/s320/en+birinci+notik.JPG" /></a></div>Eh felsefeciler için bluğ çağı geç gelir. Eflatuna kalsa saza kırkında başlamak lazım. Hele hele yorumbilgisinde altmışlarına merdiven dayamayanlara adam muamelesi yapmıyor kimse. O kadar takma dişli, göbekli, ununu eleyip eleğini duvara asmış, ama cin gibi meslekdaşlarımın içinde en azından foxtrot ve çaçaça faslında popüler olabildiğimizle övünürken İstanbul ve Alaçatı'nın çapkın ve hızlı yakışıklılarından Nohut Tatlıgöbek'in felsefe okumaya başladığının haberini aldık ve hasetten çatır çatır çatladık. Heyhat, artık Nohut var, Kardeşler!<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div><br />
<br />
<br />
(Yukardaki mutlulukmanyağı kedi benim öz be öz yeğenim Nohut'tur! Nasıl da Dayısına çekmiş namıssız!)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-35324434493613792742011-08-25T03:33:00.004+03:002021-07-23T02:26:32.953+03:00Metodoloji Üzerine Notlar: Kadınlara Yönelik Şiddet ve Cinayet İsatistikleriMüthiş bir artış söz konusu. Faturanın hükümete kesilmesi ise verilere rağmen yanıltıcı çıkabilir.<br />
Gazeteler açısından sorun yok ancak aydınların "korelasyonlar"ı neden-sonuç ilişkisi olarak ele almaları sosyolojik açıdan büyük bir zaaf.<br />
<br />
Artışları doğru yorumlamak için;<br />
<br />
Polisin konunun üzerine daha çok gidip gitmediği,<br />
Mahkemelerde yeni uygulamaların olup olmadığı,<br />
İstatistiklerde sınıflama ve tasnifte bir değişiklik yapılıp yapılmadığı<br />
Kanun değişikliklerinin etkileri ve benzerleri üzerinde de durmak, verileri elden geçirip yorumlamak gereklidir.<br />
<br />
Muhafazakarlık endeksi diye bir şey olsa ve onunla aynı anda cinayetlerde artış olsa, bunun korelasyondan öte bir şey olduğunu düşünsek bile yorumda önümüzde en az iki şık var: "Muhafazakarlık arttıkça cinayetlerde de artış gözlemlenmekte"; "Cinayetlerdeki artışa tepki muhafazakarlıkta patlamaya yol açıyor" gibi.<br />
<br />
Kelebek sayısındaki artışla boşanma dalgasının denk düşmesi gibi korelasyonların hesaba asla katılmayacak veriler içerdiğini de düşünmemize gerek yok: Erken sıcaklar, iklim değişikliği gibi ikisine de etkiyenleri bir üçüncüyü isteyen bir ölçüde hesaba katmayı deneyebilir.Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-9090272482014645552011-08-23T10:42:00.002+03:002012-04-18T05:05:21.516+03:00Kemalettin Tuğcu, Fazıl Nebil Alsan ve KatharsisKemalettin Tuğcu yeni nesiller ve özellikle kurgunun estetiğinden vesaire bakanlar için ne düşündürür bilemem.<br />
<br />
Bizim kuşak için söz konusu olan "katharsis" idi. Üzerimizde çok çok olumlu etkileri oldu. Bize dünyalar bağışladı.<br />
<br />
Zamanım yok, ilerde bizim kuşağı, Kemalettin Tuğcuyu nasıl algıladığımızı, bize "realist" geldiğini, "o dönemin ruhunu" yazmaya da çalışırım. "Yorumbilgisi"ne malzeme olacak kadarı ile. "Eleştiriler" kapalı.<br />
<br />
Türkiyede de çalışmış Auerbach'ın magnum opus'u Mimesis'e ve Gadamerin <i>katharsis</i> tartışmasına dikkat etmeyi salık vererek.Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-60664669662212653772011-07-12T04:21:00.000+03:002011-07-12T04:21:07.759+03:00Yarından İtibaren Kapalıyız!Bu blog'u belki bir işlevi vardır düşüncesi ile açık tutuyorduk. Okuyucusuna hitap etmediği kanaatine vardık.<br />
<br />
Yaptığımız açıkta düşünme, açıkta gözden geçirmeden ibaretti.<br />
<br />
Okurların dünyasıyla bizim referans dünyamız farklı ve birbirlerini dışlıyor.<br />
<br />
Okuyucunun dünyası ile eleştirel bir bağ olmadığında bir dayatmanın, tutuculuğun sözcülüğüne soyunmuş gibi oluyoruz.<br />
<br />
Bir süreliğine tadilat için kapatacağız, daha sonra da kapalı devre devam edip etmeyeceğine karar vereceğiz.<br />
<br />
Düzeltilmemiş yazılar bir saygısızlığın ya da teşhirin ifadesi değil idiler. Kırdıklarımız ve teşhir eder göründüklerimiz oldu ise kendilerinden özür dileriz.<br />
<br />
Kapalı olduğumuz sürede neler yazdığımızı, neleri yazmadığımızı da gözden geçireceğiz.<br />
<br />
Saygılarımızla.Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-47425518994989281732011-07-06T03:23:00.004+03:002011-08-08T19:02:31.104+03:00"Öteki" Üzerine Tezler 1<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5euJMdoRpZjSIsSLbx2Og2jCMdKztoM1wSNy6wr5XcWDlviCFhnZ5AsbqGT6DGGrlyUMliBSxku1OtpNuOGpBRh5w6P_7BlsKnPCwRtLKNy3MOksyenJkc_Gx8qQgkaSTx6dmWWN0Gjlo/s320/TRT2.5.tiff" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="113" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5euJMdoRpZjSIsSLbx2Og2jCMdKztoM1wSNy6wr5XcWDlviCFhnZ5AsbqGT6DGGrlyUMliBSxku1OtpNuOGpBRh5w6P_7BlsKnPCwRtLKNy3MOksyenJkc_Gx8qQgkaSTx6dmWWN0Gjlo/s200/TRT2.5.tiff" width="200" /></a></div>Bebek annesiyle, bakıcısıyla, kendisine bir bakanla kendisini henüz tam anlamıyla ayırt edemez. Başkası onun için bir fiziki uzaklık, bir başka yerde olabilirlik olarak kendisini hissettirir. <br />
<br />
Anneyle fiziki ortaklıktan kopuş, ayrışma, iki ayrı vücut ve istenç olarak farklılaşmanın bilincinin oluşması bir başka yerdelik, bir başka yerde olabilirlik ayrımının kendisini sunması iledir.<br />
<br />
Anneyle ortaklık sezilerin, duyuların, hislerin birebir ortaklığı değil aynı damarlardan beslenme, aynı korkyu hissetme, aynı basıncı paylaşma, fiziki olarak da entegre olmuş vücutlardan bir birini farketmedir.<br />
<br />
Anneyle ayrışma hem rahimde beslenme, ısı, rahat, raharsızlık gibi konularda çatışan hislerle başladığını kabul edebiliriz. Simbiyotik anlamın kopması daha derinlerdedir. Çocukta bilinç his olarak başlayacaktır. <br />
<br />
Bebeğin dile yatkınlığı, sesleri daha doğmadan ayırd etmeye, hatta belki cümleleri, tonlama ve vurguların edimlerini ayırt etmenin temel hissiyatını edinmesi bir dil bilinci değildir. Çocuğun doğmadan hissettiği dış dünya ve dış dünyanın dili de gramatik differensiasyon süreçlerinde adeta sıfırlanacak, yeniden şekillenecektir, öğretme, aktarma süreçleri içerisinde. <br />
<br />
Öğretme genel anlamıyla bir gelenektir, impulsif yanları, doğal, psikolojik temelleri olsa da. Psikolojik, doğal temel bir sosyal halde ortaya çıkar. Beslenme, ihtiyaç, korunma dayanışmanın ilk iticileridir.<br />
<br />
"Ben, Sen, O"nun öğrenimi ben'lik sen'lik o'luk bilincinin ne başlangıcıdır, ne de oluşmuş hali. Sezide, sezgde var olanın adının konması, kavramsal boyuta çekilmesidir. bu çekilme bir başlangıçtır. Dilli, dilsel ayrım, ayrışmanın süreçlerinin bir başka boyutta parçasıdır.<br />
<br />
Ayrışma bir benzeşmeler, ayrımlar hissiyatı, gözlemi, kavrayışı üzerinden dilselleşir. Dil bu ayrışmayı gramatik, lingvistik anlamalarına da taşır. <br />
<br />
Hem sağır hem dilsiz olsak bile, dilli bir topluluğun parçasıyızdır. Dilin dilsiz sanılan insanlara dahi aktarımı dillidir. <br />
<br />
Chomsky'nin doğuştan gramatik yapıları bu alanda, düzeyde de işler, açıklayıcıdır.<br />
<br />
Dilin varlığını dilsizlik üzerinden sorgulamayı, dilin ne olup olmadığını, dil bilincinin nerede başladığını tartışmayı bir kenara atarak konuşursak: Bebekteki kendisini ayrı bir vücut, bir başka yalnızlık, bir ego, merkez, kenardalık görüş hissiyatıyla örtüşmeyen, hissyatından daha ilkel bir dil aktarımıyla, varolan sezgiselin çok daha altında bir noktadan başlatılıp tekamül eden bir sosyal bilinç ile buluşmaya başlar.<br />
<br />
İlkel bir anlayışın çocuğun karamaşık hissiyatıyla örtüşmemesi halinden bir insan ömrünün ve ruhunun yetmeyeceği derinliklerdeki imgeselliklere, kavramsallıklara, anlamsal çerçevelere ulaştıracak, insan ömründen insanlık tarihini tecrübe alanı edindirecek bir öğrenme, terbiye, talim sürecine geçilir.<br />
<br />
Kavramlar, yargılar, kelimeler hem ufuk açar, hem de içi boş hatta temellenmemiş, geçerlilikleri belirsiz, geçerliliklerinde geçerlilik alanları kavranamamış bir bilince, ezbere doğru gider.<br />
<br />
Çocuğun hayatıyla kurduğu öğrenme bütünlüğünün koparılması noktasıında başarılı cahiller, boş dehalar, çokbiliş diktatörlükleri ortaya çıkmaya başlar.<br />
<br />
Başa dönersek: Ayrım hissedilmekte olan bir ayrımdır. Başkası her daim anneden başkası olmasa da, hissiyatın paylaşılmışlığı, adeta aynı sinir sistemini paylaşıyorluktan anlaşma gibi bir temel üzerinedir. Buradaki paylaşmışlık anne karnında dahi belli bir huzursuzlukta, çatışmadaki uyum, harmonidir.<br />
<br />
[Ara veriyorum. Online telif bir eser geliştirebilecek zaman ve imkan bulabilecek miyim bilemiyorum. Diğer kuramlara gönderme yapsam da, hem kyas ve eleştiri imkanları sunmak, hem genel bir dil içinde ifade edebilmek için, kendi gözlem, izlenimlerim üzerine kuruludur. Yani belli bir "empirik" temeli de söz konusudur. İnsan ve sosyal bilimlerde (manevîbilimler) yanlışlanabilirlik, hakikat iddiaları bir çok boyutta farkli biçimlerde kendilerini iafade ederler, empirik bir çalışma olması bilimselliğin, yani hakikat iddialarının tek sınanma düzeyinin olması değildir. Yorum baştan itibaren gözlemin içindedir. Zamanla çıkışındak koparak ilerlese de. Bu konular aynı zamanda felsefenin cebelleştiği, modern sosyoligvistiğin imkanlarıyla biraz biraz sosyolojinin alanına çekebildiği bir akışkan alanda ele alınırlar. Metodoloji değildir konuşan, konuşturan, bilgi, gözlem, kavram bilgisi, hayat ve hakikat alakaları, hayvan insan hatta bitki gelişimlerine dönüp bakabilmek, konunun insan teki ve toplumsal-tarihî içerisinde ele alınışıdır.)<br />
<br />
Devam edecekUnknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-66471557712230210712011-06-07T04:22:00.005+03:002012-04-23T06:49:31.044+03:00Her Yeni Kararda Hukuk Yeniden Hayat Bulmakta, Temellenmektedir!<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5euJMdoRpZjSIsSLbx2Og2jCMdKztoM1wSNy6wr5XcWDlviCFhnZ5AsbqGT6DGGrlyUMliBSxku1OtpNuOGpBRh5w6P_7BlsKnPCwRtLKNy3MOksyenJkc_Gx8qQgkaSTx6dmWWN0Gjlo/s320/TRT2.5.tiff" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="113" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5euJMdoRpZjSIsSLbx2Og2jCMdKztoM1wSNy6wr5XcWDlviCFhnZ5AsbqGT6DGGrlyUMliBSxku1OtpNuOGpBRh5w6P_7BlsKnPCwRtLKNy3MOksyenJkc_Gx8qQgkaSTx6dmWWN0Gjlo/s200/TRT2.5.tiff" width="200" /></a></div>
<br />
Hukukta uygulama bir kuramdan, üstyapıdan hayata birşeyler aktarma işi değildir.<br />
<br />
Hukukta her uygulama kuramın, anlayışın, temelde olanın yeniden ifadesi, şekillendirilmesi, genişletilmesi, hayatla mutabakatının sağlanması, canlı kılınması işidir.<br />
<br />
Aldığınız her karar, hukuku genişletir, günceller, aktive eder.<br />
<br />
Uygulama/yorum hemen doğru yorum olmak zorunda olduğundan değil, kendisini tartışmaya açabildiği, temellendirilebildiği, itiraza açılabildiği için ufuk açıcıdır.<br />
<br />
Geniş bir ufuk, bilgi geniş yorum imkânları sunar.<br />
<br />
Keyfi davrandığımız an yorumun ve uygulamanın öznelerarası temellendirilebilirliğini, gerekçelendirilebilirliğini, sınanabilirliğini unutur; ezberden hareket ettiğimiz zaman her yeni hali bir tipe, kalıba aktarmış oluruz.<br />
<br />
Hukuk ezberin değil anlayışın, hikmetin, ahlâk düşüncesinin, dinlemenin ve iddiasını temellendirip itiraza açmanın alanındadır.<br />
<br />
Adalet söz konusuysa bir bilgi ve ufuk genişlemesinden, ilerlemeden bahsedebiliriz. Adalet mevzubahis değilse, bildiklerimizin kurumlaşmasından vazgeçmekteyiz demektir.<br />
<br />
Hakim bağımsız, hakkkanî kararlarında hukuku, öznelerarası temellendirici diskuru, geleceğe aktarılacak adalet praksisini canlı tutar. Karar, eleştirisiyle, itirazıyla buluşturulmuş uygulamadır. Karar, bir çıkarsama değil, adalet önerisidir. Hukuk düşüncesi aşağıdan yukarıya kurulur, genişletilir, işletilir, gözden geçirilir. Yeni kanunlar uygulamayla gözden geçer, değerlendirilir, anlamlandırılır. Kendisini dayatan, yorum ve uygulama istemeyen kanun adaleti gerçekleştirmediği gibi adaletle de gerçekleşmez.<br />
<br />
Yargı, her basit kararda "yeni bir şey" söyler, söyleştirir. Hakikatin yeni bir yanını, yeni bir şekillenmesini, halini.<br />
<br />
Yargı, ezber bozarak açar medeniyetin ufkunu geleceğine.<br />
<br />
Hukukun hikmeti, yeniden, yanlışsızlık üzerinden değil, öznelerarası diskur üzerinden "kendisini paylaşır".<br />
<br />
Adalet için emek yoksa, medeniyetin ortak dili, yani bir medeniyet projesi yoktur!Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-45462448651853336432010-02-25T17:18:00.001+02:002011-08-08T19:01:51.082+03:00Çanakla Şarap İçen Kadehten Vazgeçmiş Olmalı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5euJMdoRpZjSIsSLbx2Og2jCMdKztoM1wSNy6wr5XcWDlviCFhnZ5AsbqGT6DGGrlyUMliBSxku1OtpNuOGpBRh5w6P_7BlsKnPCwRtLKNy3MOksyenJkc_Gx8qQgkaSTx6dmWWN0Gjlo/s320/TRT2.5.tiff" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="113" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5euJMdoRpZjSIsSLbx2Og2jCMdKztoM1wSNy6wr5XcWDlviCFhnZ5AsbqGT6DGGrlyUMliBSxku1OtpNuOGpBRh5w6P_7BlsKnPCwRtLKNy3MOksyenJkc_Gx8qQgkaSTx6dmWWN0Gjlo/s200/TRT2.5.tiff" width="200" /></a></div>Kadehten haberi olmayan kırık çanağın tadından ne anlar? Kadehi bilmiyorsan çanağı bize övme!<br />
Nahivci dilini bilmeyen ameleye kulak vereceğine ders verirse başına düşen adı ne olursa olsun taştır.<br />
Kedinin su istediğini değil de sentaksını işiten, onu bize anlatanın adı Süleyman olsa ne yazar?<br />
Kedi avcuyla su vermeyi bilen köylü kadının kucağını ev bilir.<br />
Yanan gölde bir dem kamış olmayan neye kalem olabilir, neye üflenebilir?<br />
Mey şişesinde balık olmayan hangi gönlü dile getirebilir?<br />
Şiir sana hitap ediyor, şair sana hitap ediyor.<br />
Derdi anla, hali anla, duyguyu anla, sonra analiz et.<br />
İstersen baştan analiz et, ama suyu kuma dökme, talibi varken.<br />
Birbirinden ayırdığınız alanlarla dünya anlaşılmaz. Şiir hiç anlaşılmaz. Ayırdetmeyi, yere çarptığını yapıştıran aşıkta gör. Bir olan ayrılmaz. Yapıştırılmışın birliği temenni edilmiştir sadece.<br />
Parçalar ve bütünler birbirinin kapısı değil. Bir anlamda geçerli olan, başka bir anlamda alakasız bir önemin ifşası.<br />
Rind deriz zahiddir, zahid deriz rindanedir. Sözlük kapatılmadan, söze kulak vermeden anlam yaşantısı yok.<br />
Sözlüğe de bak, sözlüğe de dön, bunun öncesi sonrası yok, zamanı yok. Bu bakmada okuma da, dinleme de yok, ifade dert kaçrıldığında, boşlandığında.<br />
Mısra(lar) önerme değil. Önerme olarak ele almanın yeri olsa da. Kelime, imge kavram değil, kavramdan yola çıksa da.<br />
Elinde bir parçabilimin var. Anlamadan anlatmanın aleti elinde gibi dolaşma. İşini yapman, işini iyi yapman herkes işini iyi yapsa bile sonuç vermeyebilir. İşini iyi yapmanın nesnesi sensin. İşin kendinsin. Söylediğinde kendini işle, kendini tamamla.<br />
Söyleneni lafza alet et lâtifeyle. Söylenene kulak vermedeysen, dertten, sunulan şaraptan anlıyorsan.<br />
Cahil de yüz buruşturur, arif de. Birisi yabancı olduğundan iyisine de kötüsüne de. Ötekisi ekşimişe, su katılmışa, hilelisine.<br />
Arif su katarsa sanattır. Cahil su katarsa parçalar bütünü, bütün parçalarını eğretiler, itekler.<br />
Çözümleme bir gerekirliktir, ufku ve ufkunu yitirmeden. Elinde olan sadece sana açık olandır, talep ettiğinden fazlasını alsan da alamazsın. Eksik olduğunu kabul et, fazlasını başkası sana yazsın.<br />
Sen anlamasan da, anlatamasan da seni anlaşılacağından fazla anlayan hep çıkar. Döküp saçtığını toparlayacaklar her daim olsa da, şiir pazarına girdiğinde filinden in!<br />
Kendi evinde hayretle dolaş, yere serileni incitmeden.<br />
Üzerinde dolaşılan, ayaklarına serilen dokumasıdır yaşamışlığın, Efendim.Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-53309721692484226092009-12-12T18:14:00.005+02:002011-08-08T19:04:37.595+03:00Akıl, Aşk, Bütünlük Kaybı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5euJMdoRpZjSIsSLbx2Og2jCMdKztoM1wSNy6wr5XcWDlviCFhnZ5AsbqGT6DGGrlyUMliBSxku1OtpNuOGpBRh5w6P_7BlsKnPCwRtLKNy3MOksyenJkc_Gx8qQgkaSTx6dmWWN0Gjlo/s320/TRT2.5.tiff" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="113" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5euJMdoRpZjSIsSLbx2Og2jCMdKztoM1wSNy6wr5XcWDlviCFhnZ5AsbqGT6DGGrlyUMliBSxku1OtpNuOGpBRh5w6P_7BlsKnPCwRtLKNy3MOksyenJkc_Gx8qQgkaSTx6dmWWN0Gjlo/s200/TRT2.5.tiff" width="200" /></a></div>1<br />
<br />
Akıl bir yere gidiyorken vücut başka yere gidiyorsa düşünmüyorsun, ezberdesin.<br />
Telâş, aklın vücuttan koparılması olduğunda, vücut terki ile kopan hakikatle olan bağımız.<br />
Akıl, hayata tahakküme dönüştüğünde, hayatsızlık ve red olduğunda aklın red edilişi aslında akılsızlığın red edilişi.<br />
Akıl, dünyasından koptuğunda, gerçekliğinin hakikatini reddettiğinde, kendisiyle düzeleceği, öğreneceği bir şey kalmıyor, dünyada dünyasızlık mümkünse.<br />
Hep vücudun nefse alâkası konuşuldu. Aklın ezbere kaçışı, ezberde mantıklı olana, yani hakikatsiz bir zerafet, alâkalılık, ilintililik, birbirine açılırlık, birbirinden çıkarlık ve uyuma kapılması unutuldu.<br />
Vücudumuz, nefsimiz, ihtiyaçlarımızla kuyuya çekilmiyoruz hep, bulutlara doğru yükselen başaşağı bir kuyudan da çekilip alınıyoruz.<br />
Hayalin uçuculuklarından genişleticiliğine, estetiğin hakikatsizlikliklerinden zenginleştiriciliğine, hukukun kitabiliğinden uygulamalılığına geçiş yapıyoruz. Tahayyül edişin hayal edişine geri çekiliyoruz.<br />
Vücutla aklın birbirini düzeltebilirliği bir galebe gelme işi değil alışveriş, interaksiyon, dinamik, diyalektik.<br />
Tek başına uçup buharlaşabilecek olan herşey alışverişte, etkileşimde eylemenin ve praksisin eleştirel temelinde oluyorlar.<br />
<br />
2<br />
<br />
Aşk ve aklın alışveriş içindelikte ayrımı, aşkın intearktivitesi, primordiyalitesi ve toplumsallaştırıcılığından da olsa gerek. Başkalığın önünde eğilme; kibrin, gururun, yanılsamış yalnızlığımızın 'kendini bilme'ye doğru hareketi.<br />
Aşk, hem maddî- manevî diyalektiğinin hakikate açılışında, hem de hakikat-hayal diyalektiğinin estetik açılımında...<br />
Hakikat, bizim dışımızdaki haliyle, üzerine ahkâm kesebileceklerimizin kavramı değil. Bizim hakikatimiz, üzerine konuşabildiğimiz ve konuştuğumuzu anlamlandırabilen, saatlerimizi birbirine ayarlatan hakikat. Gerçekliğimizin, bir yerlerde ve zamanlarda yerleşikliklerimizin, gerçekliklerimizin hakikati.<br />
<br />
3<br />
<br />
Vücudu hayat tasarımında itmiş görünen vücutçu ve tüketici nesillerin akıl ve vücutta şizofrenik ayrışma eğilimi, bir biradada tutucu, bütünleştirici süreç ve kavrayışlardan kaçmalarından da. Epistemik/analitik bir düalite ya da ikilik, reel addedilen bir düalite olarak karşımıza çıkıyor verili hakikat kaybı içerisinde. Bu hakikat kaybı hem genel ve üzerine konuşulamayacak olandan farkındalığı yitiriş, hem de gerçekliğimizin hakikatinin yerini ilkel, ürkek ve hakikatle düzeltilmeye direnç gösteren mükemmelleştirilmiş kabûsa, ezbere tutunuş. Maddî-manevî, vücut-entellekt, beden ve ruh ayrımları manevî, ruhî ve entellektül olanın niteliksel ölçüm kalıpları (IQ, başarı, derece, konum ve heves kalıpları) maddenin hakikatini reddeden bir şizofrenik-idealist vücut ve madde saplantısına doğru gitmekte. Toplumsallığa olan direnç bireyciliğin bireysellikle tanışmasını ve hakikatiyle düzeltilmesini engelliyor.<br />
Psikanalizi bireysel düzeyden çıkarıp, toplumsal alana analoji halinde taşımanın, hakikatle düzelmeyi bıraktırıp, hakikate terapi yapılabileceğine kadar gidebilecek özellikleri de taşıyabileceğinden toplum kuramı ve yorumbilgisinde haklı olarak eleştirdik.<br />
Bu güne kadar düşündüğümü düzelterek ifade edersem, psikanalitik analojinin doğrulanabilir, meşruiyet talep eden bir yanı da var, düşünüldüğünden farklı olarak şekillenerek ufuk açıyor, eğer şizofreninin kültürel/toplumsal bir boyutunun olduğunu kabul edebilirsek .<br />
Hayatsız hazcılık ile hayatlılığın iş aleyhinde itilişine de denk düşen bir sorun alanı. Toplumsallaşmanın bireyselleşme kanallarının daralmış kişiselliğin yapıları karşısında gerilemesi. Kişisellik de kişiselliğini, ortaklaştırıcılığını ve itiraz talep ederek bireyselleştirebiliciliğini hakiki iletişim ve hakikatlilik kaybıyla yitirirken.<br />
Yeni gerçekçi geçiniş türlerindeki gerçek kaybı, gerçekliğin ayrışıp dağılmışlığı üzerine kurulu ve bireysel planda. İdeolojinin bireysel planda hakikatin yerini almışlığı biçiminde de üzerinde düşünebilirz.<br />
Medeniyet çözülmeleri, toplumsallaşmalarda çözülme içinde kendisini gösteren bütünlük kaybından yola çıkarak topumsal boyutta da birşeyler söyleme imkanımız var: İdeolojik bir tüketicilik, gerçeksiz estetik mantıksallık ve bütünlük, düşüncenin kitabilik ve alanına hapsolmuşlukta tüketilmesi. Düşünce üretimi de bir hakikatsizlik tüketimi, eleştirilebilirliğini yitirmiş tüketici idealizm içinde hayatsızlık buluyor. Geçmişte popkültür eleştirisinde söz konusu edilebilecek olanlar, bu gün kültür kurumlarının, üniversitelerin ve toplumsallştırıcı kurum ve yapılara müdahalelerin temel şekillenmelerinde. Maddi yeniden üretim ve iktisadın emek boyutundan ve vatandaşlık hukukundan koparılmışlığında kendisini gösterebilecek bir süreçle karşı karşıyayız.<br />
Adorno ve Horkheimer'i Nietzche’nin hayatsızlık eleştirisi ile buluşturan, postmodern eleştiriyi onların çıkışları ile gözden geçirmemize yol açabilecek olan bir bütünlük kaybı toplumsuzluk, vücutsuzluk, hakikatsizlik, gerçeksiz praksis ile karşı karşıyayız.<br />
<br />
4<br />
<div>Bütünlük, tek başına bizim talebimiz olduğunda ontogenetiğin filogenetiği tamiri olarak da anlaşılabilecek bir terapeftik hareket olarak anlaşılabilirdi. Geleneğin tasfiye edilmemişliği, alanların alanlara filizlenebilirliği ile abartılmaması gereken, temellendirici, kurucu görülmemesi şartıyla anlaşılabilirliği olan bir hareket.<br />
Bütünleşmişiği içinde dünyadalık ve dünyalılık kazanmamız, insanlığımızı bulmamız, sınamamız ve başkalarıyla ortaklıklar (yani kişilik kazanma süreçleri) içinde farklılaşma ve ayrışma (yani bireyselleşme kazanma) sosyal, kültürel ve hatta bir biçimde geleneksel de olsa, 'doğal gelen' bir süreçte ve birikegelmiş toplumsallıkta, kendini düzelte(bile)n bir dinamik ve diyalektikte hayat buluyor.<br />
Ontogenetik ve filogenetik arasındaki alışveriş dinamiğin, toplumsallığın, varlığın, gerçekliğin, hakikatin, içinde farklı olunabilirliğin mümkün oluş dünyalarının kimselerin kaçınamayacağı anlamıyla 'doğal hareketlerinde' ve interaktif diyalektiğinde algılanması gereken bir şekillenme, ete kemiğe bürünme.</div><br />
<div>5</div><br />
<div>‘İnsan doğası’na bu kadar göndermede bulunulan bir dönemde süreçlerin ‘doğa’sı ve hayat tarzlarının hakikat dinamikleri darmadağın edilmekte. Konuşmanın tamir ediciliğini kabul etsek de, tamir edici toplumbilimlerinin varlığı ve gözlemlenebilecek dağıtıcı hareketlerin bir başka genel bütünlük içerisinde hareket edip etmediği konusunda konuşulması gereken daha çok şey var.</div><br />
<div></div><br />
<div><br />
12 Aralık 09</div>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-89080667521584494312009-10-23T03:57:00.003+03:002009-10-23T05:22:06.067+03:00"Tartışmaya Önyargıları Bırakıp da mı Gelmek Lâzım?"Bu da bir önyargı değil mi size dayatılan?<br /><br />Siz boş bir kağıt mısınız da başkalarının karaladıkları ile dolacaksınız?<br /><br />Dinleyeceksiniz elbette. Ama itiraz edecekseniz, bir itirazınz olacaksa yalnız yeni işittiğinizi değil, önyargınızı da tartışmaya açmış oluyorsunuz.<br /><br />Önyargısızım: "Evet, denilen mümkün!". Bitti. Bu ise istenilen, "mantıksal olarak mümkün olanın" kabullenilmesinden ibaretse tartışılandaki hakikat içeriği, hakikat iddiası gözden kaçırılacaksa bu önyargısızlığın tartışma ile, hakikat derdi ile ne alâkası var?<br /><br />Önyargısız yani bazı kabuller, fikirler, düşünceler olmadan nasıl dinleyebilir, anlayabilir, kendimizi değiştirebiliriz?<br /><br />Önyargısızsak değişmeye ihtiyacı olanlardan değilizdir. Niçin tartışacağız?<br /><br />Tartışma, fikir alışverişi katılım ister. İtiraz etmek için gitmeyiz bir yere. İtiraz söylenilenin bize yanlış eksiz gelmesi, alışık olduğumuzla çelişmesi halinde ortaya çıkar. Bazan sadece alışverişin bir parçası olarak, açıklığa kavuşturmalara yardımcı olmak için, temellendirmeleri işitmek için. Burada başka olası bakışları da sunabilecek, tahayyül edebilecek durumdayızdır.<br /><br />Değişme ihtiyacı tartışma tekniğinden, usulünden gelen itirazla olmaz. Kalpten gelen, yürekten kopan, kişiliğimizin bütünlüğünü oyuna sokan "tahrişlerle", incinmelerle, sarsıntılarla gelir. Kulak kabartır, karşı bakışa açılmaya çalışırız, reddederken bile. Bir soruya, iddiaya, yanlışlık eksiklik iddiasına karşı duruşumuzun temellerini sağlamlaştırarak, derinleştirerek, incelterek.<br /><br />Dil, kültür, terbiye, kişilik yapıları, toplumsallaşma kurumlaşmaları aştım demekle aşılacak şeyler değidir. İnaçsız, fikirsiz, omurgasız olmak durumunda değiliz. Sadece, itiraza açık olmamız, yanlış anlamayı, yanlış yapmayı mümkün görebilmemiz yeterli. İtiraz, alışageldiğimizi hemen unufak etmeyi getirmez, bunu yaptığımızda, boş bakışlarla karşılıyor oluruz sözü. Alışageldiğimizin başka türlü olabileceği, başkalarının alışageldiğinde bir keramet olabileceğine açıklıktır önemli olan.<br /><br />Başkasının yanılabileceğini düşünmemiz doğal, ancak burada, tartışma, konuşma, anlaşmada yanılabileceğimizi düşünmemiz, karşı tarafın söylediğinde bir hakikat olduğunu düşünmemiz dinleme, anlama ve anlaşmada önceliklidir.<br /><br />Karşı tarafın yanlış olabileceğini unutmak değil, doğru söyleyebileceğini düşünmektir esas olan, anlama ve öğrenme üzerine konuştuğumuzda.<br /><br />Karşı taraf söylediğini kastediyor, kastettiğini söylüyor önkabulü/düşüncesi (Habermasın Metodolojik Ütopyasını üzerinde kurduğu) bile Gadameri ciddi okuduğumuzda bir önyargı çeşiti olarak değerlendirilebilir:<br /><br />Anlaşmayı üzerine kurduğumuz, konuşanın iddiasında bir hakikat iddiasının gerçekten olmasının da ötesinde bir kabuldür, konuşmayı devam ettiren, alışveriş sürecini açık tutan. Önermesindeki hakikat iddiasının gerisindeki temelleri, gerekçeleri sunmasına neden olacak birşey. Söylediğinin arkasında durması. Onu izah etmesi, tartışması, sahiplenmesi.<br /><br />Her insan söylediğini kastetmez. Ama konuşabilmek için, konuşmayı açık tutabilmek için bunu düşünürüz. Aynı zamanda bu bir ahlaki önermedir, dilektir. Ama karşımızdakinin böyle düşündüğünü <em>faktum</em> olarak kabul ettiğimizde (bilinçli olarak ya da olmayarak) bir önyargı, önkabul olarak karşımıza çıkar, hatta, bazan, gerekçeleme yollarından bağımsız olabilecek bir biçimde.<br /><br />Şaka, mizah bu konuyu daha anlaşılabilir kılacak itirazları getirebilir, ancak, konumuz bu değil, ileride geri dönmeye çalışalım.<br /><br />Bir söyleyeceği olan'ın, bizden bir dinleyeceği olarak görmemiz anlamayı çığırından çıkaracak olandır, önyargısızlığımız değil. Anlama anlaşmadır, evet, karşı tarafın anlama sorunu olduğunu düşünmemek gerekir. Ancak, kendi anlama(la)rımızın öznesi biziz. Anlamadan bahsettiğmizde, kendi anlamamızın şartlarından konuşuyoruz, anlaşmadan konuşurken bile. Karşı tarafa anlama kılavuzu, metodu sunmuyoruz. Anlarken insanların ne yaptığını düşünüyoruz. Anlama bir öğrenme, dinleme işi. Bu işi gerçekten yapanların ne yaptığına bakıyoruz. Anlama, anlaşma gerçekleştiğinde neyin söz konusu olduğunu kavramaya çalışıyoruz.<br /><br />Peki tartışmada eşitlik gereksiz mi oluyor? Hayır. <strong>Anlama bir ahlak işi</strong>. Anlamanın ahlakı, dinlemenin, saygının, karşı tarafın söyeyeceği bir şey olacağını kabulün işi. Karşı tarafın bizi dinleyeceği öncelikli değil. Dinlemese zaten konuşma olmaz. Ama dinlemesinin söylemesini öncelediği iddası ona bir dayatmamızın olmasının da işareti.<br /><br />Evet karşı tarafın da bizden bir öğreneceği var, ama bu yorum bilgisinin sorunu, parolası değil. Bir üçüncü şahıstan bakma meselesi bu biraz da (yanlış olarak nesneleştirme adı verilen şey de bazan bu).<br /><br />Önyargısız diskura katılamayız. Dilimiz, fikrimiz, kültürümüz, terbiyemiz yoktur, o halde. Önyargıları eleştirdik diyelim, emancipe olduk, kurtulduk, hem tümünden, hem de en azından bir süreliğine. O halde tarihin sonundayız, kıyamet sonrasından konuşuyoruz, daha varmadığımız zamanlardan,, hatta zamanların sonundan, toplamından.<br /><br />"Önyargısız gel!" diyen, "kendin olarak gelme!" diyordur, genellikle. Bir başka anlamda daha kullanılabilir "önyargısız gel!": Açık yürekle gel, tartışmada önkabullerimizi sorgulama imkanına, ezberimizi bozmaya kapalı olarak gelme. Bunun önyargı ile bir alakası yok. Tartışmaya, başkalarının söylediklerine kapalı isem, fikrimde hep inat ediyorsam, daha başka türlü olabileceğini dinlemeye açık değilsem, bana bir söyleyeceği olan bunu pekala vurgulayabilir.<br /><br />Bunu ben de vurgulayabilirim, beni dinlemeyene. Bu da bir anlama meselesidir, diskuru açık tutma işidir. Konuşmayı sürdürme işidir. Ve sanırım konuşmanın kendisini tematize edicidir. Konuşma üzerine konuşmadır.<br /><br />Binanaleyh, karşımdakinin beni dinlemesi, anlaması, anlaşma halinde oluşumuz karşı tarafa anlama dersi vermemin önceliğiyle değildir, benim ona söyleyeceğim olduğunu düşünmesi, söylediğimi eksik bile söylesem bir sözüm olduğunu düşünmesi kabul etmesindendir.<br /><br />Bir konuşma varsa, karşılıklı dinleyenler vardır zaten. İki tarafın da önceliği karşı tarafın dediğine kulak vermek, söylediğinden bir öğreneceği olduğunu, bir hakikat iddiası ile, bir hakikat sergilenmesi ile karşı karşıya olduğunu bir biçimde düşünmesidir. Ancak, her konuştuğumuz, alışverişte bulunduğumuz yaşayan özne(ler) değildir. Kitaplar, metinler, sanat eserleri, fragmentler, gelenekler, fikirler vb ile karşı karşıyayız. Hem üzerlerine konuşuyoruz, hem de doğrudan kendileriyle alışverişte bulunuyoruz. Fiziki konuşma, bir metin ya da metin analog ile karşı karşıya gelmenin sanal olmayan hali olmuyor.<br /><br />Fiziki konuşmada sokratik diyaloğu devreye sokabiliyoruz. İki konuşmacı konuşmada eşit taraflar halinde olarak düşünülebilir. Oysa konuşmanın özellikleri, biçimleri zengin değişiklikler gösterebiliyorlar. İnsan olarak eşitlik, rol eşitliği sağlamayabiliyor, bu ayrıca gerekmeyebiliyor. İleride sorunlaştıralım:)<br /><br /><span style="font-size:85%;">(Burada ara verelim. Bazı çelişkili görünen önermelerim, konuyu yeni sorun, alan ve yeni çelişkilere doğru çekmeden. Düzeltilmedi. Online yazıldı.)</span>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-45792221599543621052009-08-04T05:36:00.005+03:002009-08-04T05:54:02.290+03:00Oku! (2)Bu işittiğinin, farkettiğinin şahidi ol! Bunu yüksek sesle söyle, yani başkalarına duyur, ilan et! Arkasında durduğunu deklare et, anladığını, anlamaya çalıştığının ifade ettiğini tekrarlayarak!<br /><br />Henüz tam anlamıyla katılamamış, kavrayamamış bile olsan kendini bağla!<br /><br />Bu söz senin sözün. Bu söz sana yönelmiş bir söz. Bu söz senin için. Bu söz dinleyeni konuşanlardan, söz verenlerden, sözünde duranlardan olan bir söz. Bu söz arkasındaki hakikatiyle ayakta duracak bir söz, seni de ayakta tutacak olan söz.<br /><br />Bu sözün hakikatini savun! Bu sözün hakikatini paylaş! Sana yönelen hakikat iddiasını dile getir, kendini aş!Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-19262850923817529112009-08-04T03:02:00.003+03:002009-08-04T05:21:11.564+03:00Hadislere Başvuru Anlayışları Üzerine Yorumbilgisel Bir Not1) Hadislere başvuru bir konuda <strong>kanıt</strong> sunmak için olabiliyor: Bazı hadisler genel, evrensel değerler, olguların gücüyle tüm insaniyete sunulan gerekçeler olma özelliği taşıyorlar, insanlığın bazı kabulleri, farkındalıklarına bir zamana bağımlı olmadan hitap ediyorlar. Algılayan bir zamandan bakıyor, ama kendisine doğrudan hitap eden bir paylaşmışlık, paylaşabilirli, anlaşılabilirlik içeriyor. Muhatabına yeni (gelmesi gereken) bir şey söylediğinde dahi biliniyormuş, bilinmesi gerekiyormuş gibi gelme özelliği var. Bazıları din içi evrensel kanıtlar sunuyorlar, başka bazı kabulleri daha gerektirebiliyorlar. Bazıları din içi ya da tüm insanlığa hitap eden dönemsel sorunlara ilişkin olarak algılanıyor, dönemler için tipik olanı açıklığa kavuşturmada söz konusu ediliyorlar. Bazılarına pedagojik, psikolojik, didaktik bir anlamda başvuruluyor. Bazıları gelecekle, öbür dünyayla ilgili örnekler sunuyor, felsefedeki düşünce deneyi denilen kategoriyi de bazan kapsayan, hikmeti, dersi, konsekvensi söz konusu eden. Bu çeşitli dinlerdeki dini hikayelerin özelliklerini de gösterebiliyor. Onlardaki merkezi temaları da işleyebiliyor. Burada da çok katlılık, muhatap alınanın çok yönlülüğüne yönlenebilen çok katlı evrensellik, temada özele girmeden, özgün olana girebiliş söz konusu oluyor.<br /><br />2)Bazan bir uygulamayla birlikte pratik bir sorunun çözümünde <strong>yol gösterici</strong> olarak sunuluyor. Burada genellikle teknik bir kural gibi değil, karşılaşılan her yeni durumda, o durumu iyi bilerek uygulanabilecek, ezbere bir uygulamayı öngörmeyen bir yaklaşım, bakış açısı, perspektif ufkumuza sunuluyor.<br /><br />Bazı hadislerin tüm insanlığa hitap eden, ahlakî, hukukî, olgusal anlamda kanıtsal özellikleri olabiliyor. Bazılarının eylemelerimize, sorun çözümlerimize, hayatı ikame ettirişimize ışık tutan, yol gösteren özellikleri öne çıkıyor.<br /><br />3) Emir veren, bir buyruğu sunan, bir yapılması gerekeni sunan ya da açıklığa kavuştıran, ama bazıları pratik uygulamayı gerekitirken bazıları şartlardan bağımsız uygulamaları gerektirebilen hadisler. Bunlardan bazıları doğrudan dini uygulamanın alanına hitap ederken, bazıları insanlığın genel anlayışına hitap ediyor. İnsan oluştaki evrensel özellikler gözardı edilmediği için. Ve tüm insaniyete hitap edildiği için. Dini uygulamaya dair olanlar da din içi gerekçeler kadar, tüm insanlığın kabülüne açık argumentatif özellikler taşıyabiliyorlar.<br /><br />4) Menkıbe, keramet, mucize ifadesinde kendilerine başvurulabilen hadisler. Bazan uygulamalara, geleneklere, yapılagelene kanıt olarak, bazan sınır hallerinin ifadesine söz konusu edilebilmekteler.<br /><br />5) Yorumlanması, üzerinde çalışılmasıyla, genel anlayışa, anlama biçimlerine hitap eden ilke ya da çıkış noktaları bildiren, düşünmeye, anlamaya, anlaşmaya açılma noktaları oluşturan, yorumları üzerlerinde mütabakat gerektirmeyen, mütabakat ve anlaşmaları donmuşluktan koruyan, hikmetleri tam kavranamadığı halde inancı kör inanç olmaktan koruyan hadisler. Bunların bazıları felsefeyi, bilimleri, eleştirel okuyuşları, düşünceyi dinin alanındaki bilgi, uygulama, inançlarla geçişli kılan hadisler.<br /><br />6) Açıklayıcı, hüküm veya muhakeme bildiren, içtihat oluşturan, bilgi veren, tepki belirten, sınırlı anlamda sorulara cevap veren hadisler.<br /><br />Hadisler, değişik duruşları olan kişilerce, değişik bağlamlarda, ortamlarda, değişik geleneklerden topluluklara hitap edilirken gündeme getiriliyor. Bazan insanlığa bir şey izah edilirken dini kabul etmişiliği gerektiren hadislere başvuruluyor, bazan bir hikmeti olan hadis bir keramete tanık olarak dile getiriliyor. Ahlakı temellendiren bir hadis, başka bir alanda ele alınıyor, dünya üzerine bir hadis metaforik bir anlam yüklenerek değerlendiriliyor.<br /><br />Elbette, bir uygulama geleneği var. Herşey keyfi de olmuyor. Ancak hadislere başvuru, başvuru geleneğindeki sorunlarla beraber her zaman için yerli yerinde de yapılmıyor.<br /><br />Hadislerin önemlerine, sahih olup olmadıklarına dair çeşitli tasnifler var. Bunları bilenler dahi bazan argümanlarını desteklemek için gelişigüzel biçimde hadislere başvuruyorlar. <br /><br />Sorunların bir kısmı dini bilenlerin, içinden konuşanların temellendireceği ve gidereceği sorunlar. Bunlar, ayrım noktalarını, argüman çeşitliliklerini, mütabakat noktalarını ve mütabakatlardaki kırılma hatlarını ihmal etmemeleri, iç hakikatlerine karşı hakikatli davranmaları ile kısmen giderilebilir, tüm zamanlar için bir kereliğine olamayacak olsa da.<br /><br />Benim burada mesele ettiğim ise, bilimler, alanlar, gerçeklik, bir gerçeklikte hakikatlilik sorunu, yani "dış" diskurun, kapsayıcı gündelik interaksiyonun ve evrensellik iddialarının devreye girdiği durumlara dikkat ederek. Hadislere ne ölçüde başvurulacağı değil, başvurulduğunda ne yapıldığı, başvurunun nasıl yapıldığından yola çıkarak.<br /><br />Bir önermede, sözde, buyrukta bir geçerlilik alanı iddiası, geçerliliğin şekillendiği bilgi türleri, muhatap aldığı epistemolojik, semantik dünyalar söz konusu. Bir anlayanı, öğreneni, öğreneninin dünyası, ufku, önyargıları söz konusu. Hitap ettiğimizin dünyasını fark ederek, kendisiyle hitap ettiğimizi de anlam dünyasından koparmadan karşılaştırmak durumundayız. İddiamız ve dile getirdiğimiz iddiada bir dilsel, diskursif bütünlük kuramazsak, muhatabımızı bir konuşma ortağı olmaktan çıkarabiliriz. Bir de onun dili, iddiası, sorusu, derdi var, buluşacak, söyleşecek olan.<br /><br />"Söylediğindeki herşeye katılıyorum"dan daha derin bir anlamaya cevap olabiliyor, "şunu şunu kastediyorsunuz, şuna, şuna inanıyorsunuz, şunları savunuyorsunuz, değil mi"ye verdiğimiz "evet" yanıtı. "Hayır" bile desek, konuşma, birbirini anlamaya açıklık bitmemişse, anlaşma olarak anlama hali sona ermiş olmuyor, Efendim.<br /><br />(üzerine düşünmeye yazıldı, bir konuya yaklaşım sınaması olarak, zamanım bu kadarına el verdi, yanlışlar muhakkak ki vardır, dipnotlarla beslemedim, konu daha da dağılabilirdi, tasnifler yapmış değilim, bir ön tasnif girişiminde bulundum, insan ve toplmum bilimlerinden bakıştan. "neyi ele alabilirim, nasıl anlaabilir, anladığımı nasıl çözümleyebilirim derdiyle hareket ettim, demekle yetineyim şimdilik.)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-38624595651731004162009-08-03T03:29:00.002+03:002009-08-03T05:19:13.344+03:00Yazımerkezcilik-Sözmerkezcilik Sorununa Başka Bir Yerden BakmakYalnız kutsal metinler değil, söylenmiş her söz, hatta doğrudan kendilerini ele aldığımızda tek tek her yorum, bitmiş, kendisi olmakla sınırlı, değişmez olarak ele alınabilir. Değişmez görmek yorumun -ilk elde yorumcuyla ilişkisinden dolayı olan- değişkenliğini reddetmek değil. Zamanda, mekanda yerleşiklik; bir bakış noktasından, birikimden, ilgiden bakış ister istemez yorumu çoğul kılıyor. Tek bir yorum'u çalışacağımızda, onu yorumladığı metin ile alakası içinde dahi olsa tematize ettiğimizde/ mevzu edindiğimizde yine ister istemez gelir geçer bir yorum olarak görmüyor, sabitliyoruz. Sabitleme, bir merkeze alış, ya da en azından bir görelilik içerisinde merkeze alış, mesele ediş.<br /><br />Hakikat iddiaları somut okumalarda vücut buluyor. Değişmez dediğimiz metnin kendisi, bizim için anlamı değil. Bizim için anlamı, onun hakikat iddiasını, hakikatini, söylediğini bir anlama çabası içerisinde kendisini ele veriyor.<br /><br />Yazı merkezcilik söz merkezcilik ayrımı sözün tamamlanmamışlığı üzerine kurulu. Bitmiş söz, sorunsuzca metin olarak ele alınabilir. Metin artık öznesinden, sözcüsünden çıkmış, bağımsızlığını bulmuş durumda. Ancak, metinin yazarının niyeti, niyetselliği gibi özneye bağımlıkta zorunlu olarak olmasa da nesnellik kurma çabaları son halini almış bir metin için de söz konusu edilebiliyor. Bitmiş metin oluş, çoğu kez klasik metinlerin tanım alanına giriyor. Burada söz konusu edilen özne/yazar/müellif bir öznelliğin sonucu değil, bir özneden çıkmış metni nesnel okuma iddiasından kaynaklanabiliyor.<br /><br />İlk okuyucu, ilk muhatap(lar) anlam ya da yorum çoğulluğunu işaret etmede de kullanılabilecek olmasına rağmen "eski anlam"ı, "orijinal anlam"ı yakalamalarda başvurulabilen yenidenkurgulamalardan.<br /><br />Yazının bitmişliği, form almışlığı, bağımsızlığı, zamanıyla sınırlı olmayışı, yazımerkezci bir iddiadan çok, "klasik metin"in şartları, ne olduğu, özellikleri üzerine. Nasıl yazılacağı sorun edilmiyor burada, yazılmışsa, klasik olup olmadığını bize söyletecek kriter üzerine konuşuyoruz.<br /><br />Yazımerkezci bitmişlik, metnin kapanmışlığı bir başka unsurun vurgulanmasıyla: Konuşma, tartışmanın formalize olması, gündelik diskurdan ayrılması, metodolojik, bilimsel bir diskurun açılması. Bu aydınlanmadan önce de varolan bir eğilim, ancak onunla merkezi bir yer ediniyor. Buradan "aydınlanma yazımerkezcidir" sonucuna varmayı tutarlı bulmuyorum.<br /><br />Yazımerkezcilik ve söz merkezcilik ayrımı, hristiyanlığın yahudilikten ayrışmasının entellektüel sonuçlarını tartışırken de söz konusu idi. Aydınlanma süreci ile ilişki içinde, yazı ve sözün söylenendeki hakikat iddiasını yakalama süreçleriyle alakasında, toplumsal anlaşma süreçleri içerisindeki tekil kültürlerdeki işlevleriyle vb ele alınmalarında ihmalkar davranıldı. Yani, hem genel bir hakikat sorunu içerisinde felsefe ve bilgi sosyolojisinden, hem düşünce tarihleri içerisinde, hem de hayat dünyalarındaki deskriptif olarak ifade edilebilecek gündelik/bilimsel yerleşimine dair yeterince çalışma yapılmadı.<br /><br />Yazımerkezcilik, sokratik diyalog modelinin, soru cevap diyalektiğinin profesyonel, formel bir diskurun aleyhine zayıflatılması demek olarak da düşünülebilir. Bilimsel anlama, anlaşmanın dilinin gündelik dil, süreçlerinin gündelik süreçler olduğu gösterildiğinde, aynı paradigma içinde bile bir görecelileşme, metnin sabitliğini anlama ve anlaşmanın süreçselliğiyle dengeleme çabaları da söz konusu olabiliyor. Bu bir kopuş noktası mı? belki. Hem bir farkediş, hem de metodoloji ile çözme çabası yanyana gözlemlenebiliyor, tartışmaların dönüm noktalarında.<br /><br />Metni sabit görmek, ya da gerçekten sabit olması ile akış içindeki metnin tematize edilme anlamında sabitlenmesi transcendental bir perspektif ten açıklayan değil de, meseleyi öznelararasılık sorunu olarak gören, interaktif, bildirişimsel bir anlama çabasında yazımerkezci anlamını kaybediyor.<br /><br />Bir anlaşma, ufuk kaynaşması içerisinde, bir ilişkisellik, iletişim, alışveriş içerisinde anlam buluyoruz ve ulaşılan anlamın nasıl elde edildiği, anlamayla nelerin değiştiği, anlaşmazlıkların ne demek olduğuna v.b. dair değişik şeyler söyleyebilecek de olsak, sözün, sohbetin, konuşmanın önemini, primordiyalitesini paylaşan bir duruşu öne çıkarıyoruz.<br /><br />Söz merkezciliğin sözelliğini değil, diyalogdaki söz öne çıkarılıyor. Zorunlu olarak en iyi formulasyonların değil, konuşma sürecinin içerisinde ifade edilebilen meram anlatış ya da karşılıklı alışverişte, söyleşmede anlaşabildiğimizi farkediyoruz daha zayıf formulasyonlarla yola çıkmış olduğumuzda bile ve en iyi formulasyona, tamamlanmış ifadeye ulaşmamız şart olmadan.<br /><br />Yazı merkezcilik ile söz merkezcilik arasındaki ayrım, formel bir dil gerektirebilecek doğabilimlerinde ve metodololojisi olan bilimimler ile gündelik dil kullanan insanibilimler ve toplumbilimleri arasındaki çekişmenin nesnellik derecelerindeki farklılığın, arayışların, hatta karşıtlıkların ifadesi olarak görülebilirdi. Ancak, doğabilimsel paradigmaların, farklı yaklaşımların, perspektiflerin tartışması da manevibilimlerde (insan ve toplum bilimleri) olduğu gibi gündelik dilde, ufuk kaynaşmalarında, karşı karşıya gelişlerde, bir anlama anlaşma çabasındaki izafi edilişlerinde gerçekleşiyor. En derin haliyle kuramsallıkları buluşma, anlaşma, dil bulma, ortak dillerini oluşturma çabasında bir üst bakışa, "metadil"e, izafiedebiliştenkonuşmaya erişebiliyor.<br /><br />Sosyalantropolojik bir kavram çifti olarak yazı ve söz merkezcilik açıklayıcı anlamlar taşıyabilir: Karşı karşıya getirerek, modelleştirerek. Bu tarzı, anlamanın kendisinin aşamaları, hareketleri olarak anlamamak lazım. Bu konuya son kitap okuma istatistiklerini değerlendirerek ele almaya çalışacağız. her konu, epeyce kendisi dışındaki konular demek de olsa.<br /><br />(zamanınımız bu kadarına yetti, devam edecek, düzeltilecek)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-27499379461977067792009-07-21T03:22:00.009+03:002009-07-21T04:57:35.047+03:00"Canım İsteyince Konuşurum" Demek<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7hXHu-NJzz3pdKsBdBH3RhtRYTkKvItjBgx572fSB2B-nCdDJPW7fIwq1MAvRos77CzHCpz-CUkfCtgsscw_odFFNYZhI8v4SbWEd0zUu5Ldmw9c3VeokoKrpISyUcOVTQSY4EVn4X1g/s1600-h/WebCam_20071104_0556.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5360721861286673474" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 200px; CURSOR: hand; HEIGHT: 150px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7hXHu-NJzz3pdKsBdBH3RhtRYTkKvItjBgx572fSB2B-nCdDJPW7fIwq1MAvRos77CzHCpz-CUkfCtgsscw_odFFNYZhI8v4SbWEd0zUu5Ldmw9c3VeokoKrpISyUcOVTQSY4EVn4X1g/s200/WebCam_20071104_0556.bmp" border="0" /></a><br /><div>"Canım İsteyince Konuşurum" demek, konuşmanın deklaratif, ders verici, bildirgemsi, asimetrik bir ilişki olduğunu düşünmenin eseri. Karşı taraf dinleyecek. Kendisine izin verildiği kadar dert anlatacak. "Canı isteyince konuşan"ın gündemiyle, keyfiyle sınırlı kalmak şartıyla, genellikle.</div><br /><div></div><br /><div>"Canı isteyine konuşan", konuşmanın bir açıklık, yanaşma, yakınlaşma, sıcaklığı tavda tutma işi olduğunu düşünmüyor. Onun için kayıp zaman olsa gerek, alakalı alakasız sohbet, değiş tokuş, hoşbeş, hasbıhal ediş.</div><br /><div></div><br /><div>Canı isteyince konuşan karşı karafın da canının isteyip istememesi meselesine karşı bir deklarasyonda bulunuyor: Öncelik kendisinde. Gündem kendisi. Öyle oldu, kabul gördü diyelim, konuşmayı bir yazılı metin tamamlanmışlığında görüyor, söylüyor, dinlenecek, anlaşılacak. Soru cevaba açık değil, zevkler renkler tartışılmaz, sen bana karışamazsın, bu böyle şu şöyle kelamı, eğer konuşma o kadar yönlendirilebilir olsa.</div><br /><div></div><br /><div>Konuşma hep yönlendirilmişliğinden çıkma eğilimindedir. Konuşmanın "konuşmaya dönüşmesi" değil de bildiri mahiyetinde devam etmesi halinde, yani keyfince konuşanın başarılı olduğunda konuşmanın bir özü, bildirisi var. Bu dercede katı bakan konışmaya, konuşmayı bilmiyor demektir, bir bildirisi de, özlü bir sözü de olamaz gibi görünüyor. Başarılı olduğunu düşünelim. Şunu dedi, şunu dediniz, evet, ya da hayır. Mesele kapanmıştır. Tartışılacak bir şey yoktur.</div><br /><div></div><br /><div>Kısa, az öz konuşmak, en dağınık konuşma sürecinde bile bir şeyi etraflıca olmasa da özüyle ifade etmeyi becerebilmek, konuşmanın nasıl bir süreç olduğunu, alışverişin nasıl yürüdüğünü, karşı tarafın bir konuşma ortağı olarak "nasıl, nerede, ne şekilde duruduğunu"nun çıkma sürecinde iddia gerekçelendirilebildiğini bilir. Genel temellendirmeler ve gerekçeler, herkes için az çok işleyebilecek rasyonel temeller yine insanlığın sohbet, konuşma, anlaşma sürecindeki işleyişlerine dair tecrübe sahibi olma işi. Kısaca söylediğiniz işlemeyebilir, sonra tartışmalara yol açabilir, bunlara hazırsınızdır, ama o anı, şartları bir bildirme ile, ilk tepkilere yön verici temellendirmeler ile, geçici geçerlilik iddiaları ile geçiştirmek durumundayızdır. Bu geçiştirme bir keyfilik, alelacele ifade içermek zorunda değildir. Anlaşmanın bir süreç olduğunu, anlama ve anlatmanın bir konuşmada, soru cevap ilişkisinde, eleştiri, karşı çıkış, kendisini ve fikrini yerleştirme, ufukları birbirine yakınlaştırma, birbirinin pozisyonlarını yakalama olduğunu düşünmeden, kavramadan kısa ve özlü bir iletişimsel etki bırakmak mümkün değil. Bu etki, yarım kalmış, tamamlanacak, ama belki de tamamlanmaya hiç zaman bulunamayacak şartların iletişimi olabilir.</div><br /><div></div><br /><div>Konuşmayı açık tutan bir tavrın sahibi olmak, karşısındaki insanı tanımak, ifade tecrübesi, insan bilgisi, ufuk kaynaştırmalarına yatkınlık, karşı tarafı ezbere olmayan bir biçimde hesaba katabiliş zamansızlığın, konuşma sürecini kesmenin veya ertelemenin asıl sürecin yerini alamayacak ama özünde diyalogcu bildirimleri sunup kaybolmayı göze almayı kolaylaştırabilir. Bu etkin oluş sanılabilecek hülasacılığı ve bildirimciliği anlama sürecinin ve anlaşmanın kendisinin yerine ikame etmeden, elbette ki.</div><br /><div></div><br /><div>Konuşma bir süreç. Yazılı metinde de, konuşmada da olmuş bitmiş, dondurulmuş ifadelerle değil, konuşma içerisinde konu üzerinde bir ayar tutturabilmekle anlama, anlaşma sürecini derinleştiriyoruz. Yanlış formulasyonlar dahi, konuya açıklık kavuşturmaya neden oluyor. anlaştığımızda, konuyu anladığımızda birbirimizin aynısını düşünmüyoruz. Özdeşleşmiyoruz. Gerekçelerimizi, beklentilerimizi, karşımızdakinin neyi neden istediğini üzerinde anlaşabilcek şekilde birbirimize ve üçincü şahıslara ifade edebiliyoruz. Bu noktada, katılmama, farklı yerde durma dahi bir yakınlaşma, ufuk kaynaşması, birbirini anlamaya açılan iki ufuğun taşıyıcısı, yada ufukların taşınanı olma halindeyiz.</div><br /><div></div><br /><div>Metin okuma da bir konuşma süreci, bu anlamıyla. Konuşanlar, buluşanlar, değişik zamanların, dillerin, değişik dil kullanım topluluklarının da üyeleri olabilirler.</div><br /><div></div><br /><div>Okuduğum metinle, çağ atlatmıyorum, zamanda yolculuk yapmıyorum. Buluşan iki ufuk, en azından iki anlayış tarzı. Bir göreli, geçici geçişlilik oluşuyor, ve ufuk kaynaşmasının, kendimizi aşmanın, genişletmenin, kendimize daha eleştirel bakabilmenin kapıları aralanıyor. Bir kurtulmuşluk, tüm zamanlar için anlayıcılık biçiminde değil, halden, halimizden, o anki birikimimizden, yaklaşımımızdan, şartlarımızdan bakarak.</div><br /><div></div><br /><div>"Canım isteyince konuşurum" değil de, can istemeyince konuşma da konuşma olmuyor denmesi daha az dayatıcı, daha az bireyci, daha az deklaratif, daha az monologcu.</div><br /><div></div><br /><div>Konuşma can istemesiyle olmuyor, gerekirlikleri, gereklilikleri var, problem çözme, iletişimi açık tutma, karşı tarafın acil gündemine açık olma gibi nedenlerle.</div><br /><div></div><br /><div>Konuşma, "can istememesiyle" muhakkak başarısız olmuyor, ama, bunu konuşmanın şartı göstererek karşı tarafın ortaklığını reddetmişlikle konuşmada/konuşmaya pozisyon aldığımızda, gündemdeki açıklık, ve alışverişteki akış monologcu bir duruşca abluka altına alınıyor.</div><br /><div></div><br /><div>Konuşmanın zevk işi olması, keyfin de konuşmaya yatkın olması, karşı tarafın isteksizliğinde zorlayıcı olmamak karşı çıkılacak şeyler değil.</div><br /><div></div><br /><div>Diyaloğun yapısını reddetmek, monologcu bir interaksiyon şeması ile gelmek başka, susmayı seçmek, konuşmaya o an yatkın olmamak başka.</div><br /><div></div><br /><div>Kapısını çaldığımız insana yana yakıla dert anlatıyoruz. Anlaşıldığımızı düşünürken, karşı tarafın hali, hukuku, keyfi pek hesapta yok. Kaç defasında karşı taraf konuşmak için yanıp tutuşuyor ki? Sadece açık durmanın bir külfet olmadığını düşünüyor, külfetse dişini sıkıyor, komşusunu uçurumdan, yolda kalanı çukurundan alıyor. Ya onun uçurumu? Çukuru? Buradaki anlaşılmış olma bizim monologcu başarımızın, işi değil. evet, biraz medeni cesaret gösterip kapı çalıyoruz. Ama, kırılan vazoyu yapıştıran insanlık kapıyı açan taraf. </div><br /><div></div><br /><div>Dinlemenin, anlamanın hep külfet gibi sunulması da ayrı bir sorun. Külfet olduğunda dahi bir gerekirlik, ama, bir iletişimsel acil servis işletmiyoruz, her daim de kapımızda birileri dert anlatabilmek için beklemiyor, o kadar zor durumda değiliz, yakınıp duracak. </div><br /><div></div><br /><div>Dinlemenin anlamanın, başkalarından öğrenmeyi de kolaylaştırması söz konusu. Başkalarının yanlışından, doğrusundan, deneyiminden, birşeylerin yapılmaması ve yapılması halindeki oluşum zincirlerini, değişimliliği, değişkenliği; eyleme ile çeşitli şartlar, kurallar, talepler, beklentiler arasındaki alışverişelere daha esnek bakmaya başlıyoruz. Zorlama formüller ve teknik bir uygulamacılık yerine şartlarda, durumlardaki şekillenişlere, kayışlara, şekillenişlere dikkatimizi veriyoruz. Kontrollü bir fizik deneyindeki sonuçları beklemiyoruz, eyleme alışverişini, zincirlerini, olay akışlarının niyetimizin dışındaki şekillenebilişlerini görerek, daha yüksek bir tecrübe ile, dah yüksek bir tevazu ile, daha etkin bir devamlılıkla, diğer aktör ve şartları hesaba katabilirliklerle eylemelere hazırlanıyoruz. Eylediklerimizin sonuçlarını takip etmeye, beklemediğimiz sonuçlara hayal kırıklığı ile değil esnek, insani bir insiyatif ,le yaklaşmaya başlıyoruz.</div><br /><div></div><br /><div>Dinleme anlama, hayata tanık olmanın bir başka yanı. Başkalarının deneyimlerinden öğreniyor ufkumuzu genişletmenin yolun açılıyoruz.</div><br /><div></div><br /><div>Konuşmaya zaman, istek, hal, ortam olmayabilir, ama, anlama ve anlaşmanın yurdu konuşma. Bildirim hakiki bir konuşmanın ortaklığında da söz konusu olabilir. Konuşmayı dayatmanın bir biçimine indirgemek, iletişimin değil savaşın kanallarında anlaşma aramak şaşırtıcı.</div><br /><div></div><br /><div>Savaşlar anlaşmayla sonuçlanabilirken, anlaşmayı tek yanlı sunucu ve dinleyiciliğe, ufuk perojeksiyonlarına indirgemek, hayatı barış anlaşması olmayan bir savaşın alışveriş alanına çevirmek, bireyciliğin imepatiflerinden bile ilkel, haksız ve hukuksuz.</div><div> </div><div></div><div>(bitmedi, düzeltilmedi, online yazıldı, hatalar mutlaka vardır)</div>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-73084437121154207772009-07-06T03:49:00.005+03:002009-07-06T05:44:06.176+03:00Oku!<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgB3ez23LZKqUl2OJsNdji1hnXmiZ2hXKitS8OOtuqOiGxij-PxhysoBWL9QBxsh9sGiV98FqQPJfbkulMlsgdfPd45XaPJFVVJKsVkVvuHotTNuSvQfbpSOYATib41QrubA9wjTL_pqsU/s1600-h/WebCam_20071104_0556.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5355169970835672834" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 200px; CURSOR: hand; HEIGHT: 150px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgB3ez23LZKqUl2OJsNdji1hnXmiZ2hXKitS8OOtuqOiGxij-PxhysoBWL9QBxsh9sGiV98FqQPJfbkulMlsgdfPd45XaPJFVVJKsVkVvuHotTNuSvQfbpSOYATib41QrubA9wjTL_pqsU/s200/WebCam_20071104_0556.bmp" border="0" /></a><br /><div>"OKU!" dendiğinde bize, okuyoruz, dinliyoruz, dikkat ediyoruz, dikkatimizi veriyoruz, kulak kabartıyoruz, elimizdeki metinin ya da karşımızdaki insanın bize diyeceği birşey var diye düşünüyoruz, başkalarından öğreniyoruz, başkalarının tecrübelerinden öğreniyoruz, okumanın/dinlemenin bize öğrettiğini düşünüyoruz.</div><br /><div></div><br /><div>"Oku!"ya her cevap verişimizde "okuma"dan anladığımız birşeyler var. Okumanın ne olduğuna dair bir fikrimiz var. Okumak kazanılmış bir teknik değil, şöyle okumak böyle okumaktan bahsetmiyoruz, okumak, teknikleri de olan ama bir teknik olmayan, tekniklere indirgenemeyen bir eylem, iş, hareket.</div><br /><div></div><br /><div>Okumanın nesnesi bazan bir metin, bazan bir durum, söz, fikir, hikmet, hakikat, ifade, önerme, hayat.</div><br /><div></div><br /><div>Okuma bazan bir konuşma, sohbet. Bazan bir boğuşma, cebelleşme. Öncelikle insanın kendisiyle hesaplaşması. Ya başlangıçtan, ya okuma sürecinde, ya da sonuçları itibariyle.</div><br /><div></div><br /><div>Sömürge valisi gibi okumuyoruz. Metin düzeltmiyoruz. Kendimizi düzeltiyoruz, öncelikle. Karşı tarafa itiraz, aynı zamanda bir sorumluluk deklarasyonu. Bir hakikat iddiası. bir hakikatliliğin, bir başka hakikatliliğe (teorik, varsayılan ya da reel/gerçek) iddia sunması, bir "hayır, öyle değil böyle"ye, itiraza açık duruşu. Ya itirazı kabullenip anlayışını düzeltecek, ya da yeni bir itirazla anlamayı anlaşmanın derin teknesinde yuğurmaya devam edecek bir yükümlülükle/yükümlülükte söyleşme.</div><br /><div></div><br /><div>Okuyan insan, anlamaya, tanımaya, kavramaya, görmeye, hakikatin hiç bir yanını örtbas etmemeye çalışan insan. Açık insan, öğrenmeye, düzelmeye, hakikate açık duran insan.</div><br /><div></div><br /><div>NİÇİN OKUYORUZ? Anlamak için okuyoruz. Tanımak için okuyoruz. Malumat için. Bilgi edinmek için. Eğlenmek için. Can sıkıntısından. Kendimizi aşmak için. İnsan olma yükümlülüğünü yerine getirebilmek için. Alışkanlıktan. Sınıfta kalmamak için. Kültürlü sayılabilmek için. Başkalarından öğrenebilmek için. İnsanların iç dünyalarını, kendi seslerinden, birinci tekil şahıstan duyabilmek için. Bir hikaye ediş, edilişi merak ettiğimizden. Üçincü tekil şahıs'a içerden dışardan bakabilmek için. Kendimizi kavramak için. İnsanlığı kavramak için. Zevk aldığımız için.</div><br /><div></div><br /><div>Okumak bazan bir çile. İlmik ilmik, adım adım, yavaş yavaş, kan ter içinde. Çetin, kendisini kolay ele vermeyen bir düşünce metni okuyorsanız. Anlamak da her daim mutluluk işi değil. Anlamanın sevinci, anladığının acısı. Nereye varacağını bilemediğin bir yola düşmenin ürpertisi. alışkanlıklarını, kazandıklarını bırakarak. Ve asıl götürebileceklerinle giderek. </div><br /><div></div><br /><div>Niçin okuduğumuzu bazan bilebildiğimiz olur. Hatta, ne okuduğumuz hakkında bir fikrimiz olduğu da. Ancak, genellikle ne niçin okuduğumuzu bildiğimizi iddia edebiliriz, ne elimizdeki metnin ne olduğunu söyleyebiliriz, ne de ne anladığımızı.</div><br /><div></div><br /><div>Bir alanın açıldığını hissetmemiz mümkün. Bir tadı, duyguyu, hazzı, kaygıyı., </div><br /><div></div><br /><div>Önceden duyduğumuz, okuduğumuz, gördüğümüzle bağ kurmanın, eskiye entegre ederken, eskiyi yenilemenin genişleticiliğini yaşamakta da olabiliriz.</div><br /><div></div><br /><div>Niçin okuduğumuz hakkındaki iddiamız, niçin okuduğumuzun nedeni, sebebi, çıkış noktası olmak zorunda değil. Bir açıklama. Açıklama çabası bile değil çoğu kez.</div><br /><div></div><br /><div>Niçin okuduğumuz üzerine düşünme okumanın ne işe yaradığına dair bir açıklama çabası çoğu kez. Okumanın ne olduğu ile ilgili değil.</div><br /><div></div><br /><div>Oysa, "Oku!"ya cevap verdiğimizde, okumanın ne olduğuna dair bir fikrimiz var. En azından kendimizce bir başlangıç yapabilecek kadar. Okumayı tanıyabilecek, genişletebilecek, hakikatine kavuşturabilecek, bitmeyecek, biteviye, tüketilemeyecek, son noktası konulamayacak bir faaliyete açılışın ilk titrek adımı olabilecek kadar.</div><br /><div></div><br /><div>Niçin okuduğumuz üzerine düşünmek, okumanın ne işe yaradığını anlamamıza vesile olabilir, evet. Ama, niçin okuduğumuza dair söylediklerimiz daha çok bir açıklayıcı, listeleyici.</div><br /><div></div><br /><div>Niçin okuduğumuz daha çok öznel, özgür, emancipe gerekçelerimiz. Toplumsal rolünden, üzerimize yıkılmış yükümlülüklerinden, seve seve üstlendiğimiz toplumsal yükümlülük ve alışverişlerinden kopardıkça okuma alışverişinden farklı bir şeyin, estetik hazzın, yaşantının bağlamında bir açıklayıcılık.</div><br /><div></div><br /><div>Okuma, yazma, sohbet, fikri alışveriş bir tad, zevk, incelik işi de. Niçin okuyorum bazan varoluşsal bir soru olsa da daha çok ve en fazla Kant Estetiğinin dünyasında anlam kazanabilecek bir sınırlılıkta. Oysa estetiğin öznelerarası dünyasında "okurken ne yapıyoruz?", "okumak nedir"lerle okumanın kendisini "tematize" ediyor, konu ediyor, mevzu edi(ni)yoruz.</div><br /><div></div><br /><div>"Okurken ne yapıyorum?"la "okuma"ya açılıyorum. Beni de aşan bir okuma olayına. "Niçin okuyorum?" listem, listelerimiz "zevkler ve renkler tartışılmaz"ın alanına temayül eden genellik gösteriyor. "Okurken ne yapıyorum?" ise genelliklere, ortaklıklara, kavramsallıklara doğru kayan bir özgünlük ve özel'lik gösteriyor.</div><br /><div></div><br /><div>Benim sorum, o halde, "niçin okuduğum" olamaz. bu yersiz br soru mu? Hayır. Cevabını bilmem ilginç olurdu. Bildiğim, tekil nedenlerle asla okumadığım. Bazan mecbur kaldığım. Bazan güle oynaya bir gerekçeyle. Ama hepsinde de, aynı sorumlulukla, yükümlülükle, ufuk açıklığıyla okumaya çalışıyorum. Ya da, okumaya çalışmaya çalışıyorum.</div><br /><div></div><br /><div>Okurken ne yapıyoruz? Okumak nedir? Ne okuyoruz? Bize üzerine tartışılabilecek, tartışma yükümlülüğü uyandırabilecek sorular. Okumayı buradan düşünebiliriz.</div><br /><div></div><br /><div>"Niçin okuyorum?"la daha çok bir niyeti niyetselliği yakalayabiliriz. Oysa okurun niyetini aşar okuma nedenleri. Niçin okuduğuna dair gerekçeler de niyetle örtüşmez. Gerekçelendirme, bir başkasına izahat, iddia temellendirme, bir başkasının anlayışına hitap, niyeti bir başkasının anlayışına aktarmanın dilini retorikte arayış. </div><br /><div></div><br /><div>Niyet eyleme dönüştürülebilseydi bile, okuma, teleolojisi olan bir süreç değil, bir karşılıklı etkileşme. Şunu, bunu yapmaya çalışmıyoruz, bir alışverişteyiz. Ya yeterince özgür olamadığımız, ya da başkasına/anlamaya açıklığın özgürlük olarak görüldüğü bir alışverişte.</div><br /><div></div><br /><div>NEYİ OKUYORUZ? Okumayı hep metinle sohbet, ya da metin'i dinleme olarak görüyoruz. Yazı, metin, söz ayrımı sabitleştirilmiş sözün ne olduğunu da düşünmeyi gerektiriyor. Sabitlenmiş metin, sabitlenmiş fikir fikri olgunluktan çok, anlamın olgunlaşmış haliyle son haliyle sunulacağını düşünmeyle de alakalı. Anlamanın bir dinamikte, sohbette, konuşmada, soru cevap diyalektiğinde, soru cevap akışında oluşacağını düşünmemekle de alakalı çoğu kez.</div><br /><div></div><br /><div>O halde, "neyi okuyoruz, okuduğumuzda aradığımız, bulduğumuz nedir, anladığımız nedir, nasıl anlıyoruz?" sorularını da sormak durumundayız.</div><br /><div></div><br /><div>Metin, söz, sabitlenmiş söz/fikir gibi ayrımlar kadar, "kainatı okuma", "yüz ifadesini okuma" gibi okumalardaki yazılı olmayan, önermeleşmemiş olan okumaları da ayrıştırabilmemiz lazım.</div><br /><div></div><br /><div>Her dilde ifade edilmemiş olan, dilde bir karşılığı olmayan, olmayacak olan değildir. Burada dilin, hakikatin, diskursivitenin de özellikleri üzerinde durmamız gerekir.</div><br /><div></div><br /><div>Ancak, yüz ifadesi okurken bir ekspressivite, dışavurum söz konusu. Kainat konuşurken, kainat kendisini ifade ederken bir canlandırma yaptığımızdan değil, dışavurum yazdığımızdan değil, bir anlamaya açılıştan, içinde sınanmaya açılışımızdan bahsettiğimiz için böylesi bir edebi dille konuşuyoruz.</div><br /><div></div><br /><div>Okumaktan da çetrefilli olan, okuduğumuz, okunan, okunacak olan. </div><br /><div></div><br /><div>Okumak nedir? Nasıl okuyoruz? Ne okuyoruz? Okuduğumuzda ne oluyor? okuduğumuzda bize ne oluyor?</div><br /><div></div><br /><div>Hocamız bize "tamam güzel de bu metni niye okudun?" diye sorduğunda, "şunun için, orada şunu şunu aradım, şu kaygıyla" diyebiliyoruz. O metni niçin okuduğumuz, o metnin okunmadan geçilmeyeceği bir diskurda oluşumuzdan da olabiliyor. O halde bir bağlam gerekçesi olarak niçin okuduğumuz da, her somut okuma sepetinde anlamını, zorunluluğunu koruyor da.</div><br /><div></div><br /><div>(uykuyla bu kadar)</div>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-6851491825474809321.post-53043853807632294492009-06-22T03:33:00.011+03:002009-06-22T05:12:30.338+03:00İnsan Tarihsel Bir Yaratıktır<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUDiyeN3JxlAsIU9UljoMQQM6yZbru0akUFw_x8TCJL_jLM14e2UxslPgm_xqr3xQoGaYVKziIPvY5gTOtF0G1J0tPDSzmwJtzHLSUHbq-8tODxmqoOZIfFdhA5_LC9uHD8-QSpjsLisY/s1600-h/WebCam_20071104_0556.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5349965616811618210" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 200px; CURSOR: hand; HEIGHT: 150px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUDiyeN3JxlAsIU9UljoMQQM6yZbru0akUFw_x8TCJL_jLM14e2UxslPgm_xqr3xQoGaYVKziIPvY5gTOtF0G1J0tPDSzmwJtzHLSUHbq-8tODxmqoOZIfFdhA5_LC9uHD8-QSpjsLisY/s200/WebCam_20071104_0556.bmp" border="0" /></a><br /><div>İnsan tarihli/tarihsel/tarihi olan/tarihte yerleşik bir yaratıktır.</div><br /><div></div><br /><div>Heidegger'i de hatırlayarak söylersek: İnsan geçmişini bugününden bakarak yorumlar, yarınını da dününe baktığı yerden bakarak tahmin etmeye, okumaya çalışır.</div><br /><div></div><br /><div>Ne geçmiş, olan biten , insanın (tamamıyla) elinde olan oluş bitiştir, ne de gelecek insiyatif kullanarak kontrol edilebilecek bir açıklık.</div><br /><div></div><br /><div>İnsan, bir mirastır. Kendisini gülün dibinde bulmuş bir miras. Kendisine ve kendisinde miras.</div><br /><div></div><br /><div>İnsanın toplumsallığı hem mirası ve miras bırakacağıdır; hem de içinde şekilleneceği, yaşamışlık kazanacağı, tecrübe sahibi olacağı, kendisini kavrayacağı, farkedeceği.</div><br /><div></div><br /><div>Toplumsallaşma üzerine konuşacaksak hem insan teki büyürken, hem de toplumun zamanda yolculuğunda konuşacağız. Çocuğun dil kullanımında, ifadelerindeki farklılaşma ayrışma süreci ve bir toplumun dil kullanımında, ifadelerde farklılaşma ayrışma süreci.</div><br /><div></div><br /><div>Dilin bir tarihte toplumsal tarihi. İnsanın dilli tarihi. Bir bireyin dil geliştirme tarihi. Ahlakın, hukukun, siyasetin, kültürün benzer tarihsel kesitlilikleri. Ontogenetik. Filogenetik.</div><br /><div></div><br /><div>İnsanın tarihte yerleşikliği, bir durumdan bakışı, bir kendisi hakkında bilgiden, anlayıştan yola çıkışı öğrendiklerinin, edindiklerinin tarihsel, tarihli oluşundan aktarıldığından değil, baktığı yerden, kuleden, dertten, ufuktan kaynaklanıyor.</div><br /><div></div><br /><div>Geçmişini iki de bir değerlendirme zorunda, gidişata kafa yormak durumunda. Uyum, itiraz, gelişme, insiyatif, anlayış, kendisini düzeltme, tasarımında kendisini hep taslak olarak ele geçirebilen insanın toplumsallığının gerekirliklerinden. </div><br /><div></div><br /><div>İnsan kendisini yorumluyor, değerlendiriyor, düzeltmeye değerlendirmeye çalışıyor, istese de istemese de.</div><br /><div></div><br /><div>Zaman içinde kayarken bütünlüğünü korumak zorunda. İşi hem zamanla, hem zamanda, hem de yorumla.</div><br /><div></div><br /><div>Zamanla alakamız, akan bir zamanda.</div><br /><div></div><br /><div>Zamanlarla alakamız, kendi zamansallık, tarihsellik ve toplumsallığımızla dünyaya ve dile ara vermeksizin eğilmemizle.</div><br /><div></div><br /><div>Bir yerden bakıyoruz. Kaybedeceğimiz bir yerden. Bakışımız hep kısmi. Ne tüm zamanlar için, ne tüm ufuklardan, ne de sabit bir yerden.</div><br /><div></div><br /><div>Zamanı, tarihi bulunduğumuz yerden bütünleştiriyoruz. Görüşümüzü insanlığa miras bırakabilerek, evet. Zaman da, tarih de bizim çıkış yaptığımız yeri belirleyen bir akışın ifadeleri.</div><br /><div></div><br /><div>Tecrübemiz zamanda, zamanlı, zamana yayılmış.</div><br /><div></div><br /><div>Anlayışımız bir tarihte yerleşik. Anladığımızı bir fikir, bir bilgi olarak sunuyoruz. </div><br /><div></div><br /><div>Anlarken ya doğrudan anlıyoruz, ortaklıklar baştan var, ya da anladığımızla ortak bir dil dünyası, ufuk paylaşması inşa ediyoruz. </div><br /><div></div><br /><div>Miras bıraktığımızı anlayan da ya doğrudan anlıyor, ya da bizimle konuşarak, diyalogda ufuk kaynaştırıyor bir başka bakışla.</div><br /><div></div><br /><div>Benim tecrübem, bilgiyi edinirken. Onun tecrübesi, kendi bilgisini edinirken, ortak dünyasını inşa ederken.</div><br /><div></div><br /><div>Benim tecrübem ona da öğretiyor, ama benim kendi tecrübem. O, hem benim tecrübemden öğreniyor, hem de bu öğrenmede kendi tecrübesini ediniyor, ufukları birleştirerek, kendisini değiştirerek.</div><br /><div></div><br /><div>Benim metnim de değişiyor, bir anlamıyla.</div><br /><div></div><br /><div>Bir başkasından öğrendiğimde, ne onun zamanındayım, ne de onun tecrübesini kendimin yapıyorum. Onun öğrendiğini, gerekçelerinden, anlatımından devralıyorum. Buradan oraya bakıyorum. Bir yerden. Fikirden. Kaygıdan. Ya zahmetsizce anlıyorum, ya da ufuklar buluşuyor, metinle, senle, bir başka dertle, kaygıyla karşılaşıyorum. Ortak bir dil kuruluyor, anlamaya başlıyoruz birbirimizi. Birbirimize olmasa da, iddialarımıza, kaygılarımıza, sorularımıza yaklaşıyoruz. Sen ya da ben olmasak da, sen ve eserim, ben ve eserin. Sözün. Sözü. </div><br /><div></div><br /><div>Bir metinle yakınlaşmam onun bana konuşabiliyor, bana bir şey söyleyebiliyor olmasından, buzların erimesinden, onu esir almışlığımdan değil.</div><br /><div></div><br /><div>Metinden eleştiri alabiliyorum, metin'e hitap edebiliyorum. Ve elbetteki düzelebilir, düzeltilen bir yorumla, bakışla. Hakikatin sahibi gibi değil, hakikatlilikle.</div><br /><div></div><br /><div>Bir ifadeyi çabasızca kabulleme bir tecrübe değil, tecrübeden öğrenme anlamında. Ama yine de bir öğrenme tecrübesi, bir başka anlamıyla.</div><br /><div></div><br /><div>Başkasından öğrenirken, kendi tecrübemizi edinebiliyoruz, ama o bilginin arkasıdaki tecrübeyi değil, dar ya da geniş anlamında bir öğrenme tecrübesini. Ama bu tecrübeler de bizim hayat tecrübelerimiz üzerinde yükseliyor. Yaşamışlığımızın, bakış edinmişliğimizin.</div><br /><div></div><br /><div>Fikri alabiliyoruz. Başkasının zamanını alamıyoruz. Tecrübelerini kendi tecrübemiz yapamıyoruz. Belki edebi bir sanat olarak bu söylenebilir sadece.</div><br /><div></div><br /><div>Tarihselliğimiz, tarihüstü bakış imkanı vermiyor. Büyük konuşamıyoruz. Büyük şeyler söyleyebilsek de.</div><br /><div></div><br /><div>Geriye kalıyor emek, didinme, çırpınma, zamanlar arasında akma, zamanlı akma, zamanla akma.</div><br /><div></div><br /><div>Tarihsel olan, tarihi olan, tarihten gelen, gelmeyen herşeye bir tarihsellikten, sınırlanmışlıktan bakıyoruz. Onlara bir perspektifle yaklaşıyoruz. Tüm perspektiflerin toplamından değil. Bir perspektife, zamana esir olarak hiç değil. Düzelterek, değişerek, yeniden anlayarak.</div><br /><div></div><br /><div></div>Unknownnoreply@blogger.com