8 Mayıs 2009 Cuma

"Empati Yapmak"mış !


Husserl öznelararasılık sorununu kurcalamaya neredeyse ömrünün yarısını verdi. "Kartezyen Meditasyonlar"dan "Kriz"e giden yolda nelerle boğuşmadı.


İntersubjektivite ya da Öznelerarasılık üzerine düşünmek başkaları ile birlikte oluşmamızı, başkalarının beni sorununu, ben olma sürecini, bilgi öznesi sorununu incelemeyi gerektirdi bugüne kadar. Epistemolojinin (bilgiteorisi) bilgi sosyolojisine, bilgi sosyolojisinin sosyolojik sosyal psikolojiye meyletmesinde hem bu felsefî çabaların hem de insan ve toplum bilimlerinin (manevîbilimler) bağımsız gelişimlerinin etkisi oldu.


Bilgi sosyolojisinde, toplumkuramında, modern epistemoloji ve felsefî lingvistik'te intersubjektivite "konsensus"un, toplumsallaşmanın, ahlak ve hukuk felsefelerinin geçerlilik, gerekçelendirme alanlarına, dünyalarına da işaret eder.


Aşkın (Transcendental) Öznenin yolaçtığı sorunlar (burada ele almak imkansız); dil teorilerinin aksaması; ortak değerler, ortak gelişme, gelişmenin ontogenetik'i ve filogenetik'i, kültürler içinde yaşama, hayat tarzları, paradigmatik çerçevelerden farkındalığın oluşmaya başlaması ile çeşitli biçimlerde ele alındı.


Husserl, kabaca özetlersem, ve "Kriz"deki hayat dünyası kavramınına giden arayışı ihmal ederek söylersem, "ben"in kendinden farkındalığını anlayabilmek/açıklayabilmek için "başkası"nın varlığını öngördü. Bu "başka ben" nasıl bir "başka", "başka ben"lik nasıl kendisini bana açabilir? Başkası olmasa kendimin farkında olamam sözkonusu iken, başkasının beninin benim benim gibi bir ben olduğunu nasıl anlıyorum, biliyorum? Kesinlik sorunları, kartezyen sorular, universalite üzerine çırpınmalar içinde Husserl'in "empati" kavramına başvurduğunu görüyoruz. ("Empati"nin de bir tarihi var elbette, ama "empati" yapmak tuhaf bir biçimde Husserl"e ve Husserlden etkilenmiş psikolojiye gönderme yapan bir popüler hibrid-deyim.)


Başkasının beni ile ilişkiyi, kendi özelliklerimi ona yazmam, (ve onun özelliklerini bana yazma) biçiminde temellendirmek bir takım teknik sorunlar çıkaracağından (geçerlilik,temellendirme açısından) analoji olarak ifade etmediğini düşünüyorum. Empati, kendini başkalarının yerine koyma, başkalarının dispozisyonunun yerine koyma çabası, işlemi, süreci idi. Kesinlik içermeyen ama, temellendirilebilir, fenomenolojik çalışmaya açık bir açılış.


Empati ile Husserl açıklayabileceğini açıklayamadı, ama "hayat dünyası" gibi bir açılıma kadar da düşüncesini ilerletti. (Husserlde aslında tek bir hayat dünyası kavramı yoktur!)


Heidegger'de "oradalık", "buradalık", "fanilik", "tarihsellik" gibi kavramların daha da temellendirildiğini gördük. "Hayat dünyası" kavramında da dar ve geniş anlamlarında ayrışmaya başladığını gördük. "Empati" kavramı kurucu rolünü yitirse de, psikolojide başkalarına acıma hissi olmamadan tutun da, başkalarını düşünmemenin duruşunu adlandırmada imkânlar sağladı.


İntesubjektivite sorunu sosyal psikolojide Herbert Mead ile "play", "game", "I", "me" gibi kavramlarla sorgulandı. (Freud'un "ego", "superego" kavramları, Mead'deki "I/me" ile paralel.)


Bşkasının beni ve "sosyal ontoloji" konusundaki en kapsamlı çalışmalardan birisi Theunissen'in "Der Andere"/"The Other" adlı çetin kitabıdır. Husserlden Heidegger, Sartre, Buber, Tugendthat, Henrich'e kadar izlenen stratejileri, sorun çözme çabalarını ve bir yerde tıkanmayı yorumlar.


Habermas'ın "İletişimsel Eylem Teorisi"nin ikinci cildinin yine çok çetin bir metin olan ilk yüz küsür sayfasındaki intersubjektivite teorisi de son dönemlerin en ciddi çalışmalarından birisi. (Müsaadenizle bir de bu konuya girmeyeyim:)) Bence bu kısım Gadamer'in yorumbilgisi kadar önemli.


İnsan dururp durup "empati yapıyorsa", duruşunda empati yoktur. Hayatında başkası yoktur. Bazan aklına gelir. Sonra işine, "yalnızlığına" döner. Bu imkansız yalnızlık, olsa olsa, yarım gelişmenin, kişiliksizliğin, bireyselleşmemenin ifadesidir.


"Birey kapitalizmle ortaya çıkar" lafzını da unutun bu arada. Bireyselleşme başkarından ayrıldığımız yanlarımızın gelişimi, kişiselleşme başkalarıyla ortak yanlarımızın gelişimizidr. İnsanlık tarihi kadar eskidir.


Bireysellik de kişisellik de aynı sosyalizasyon sürecinde içiçe gelişir. Ayrımlar sadece analitiktir.


Kendini başkalarının yerine koymanın "dasein"dan , sosyolinguistik'ten analizleri de mümkün. Empati, varsa, bir sosyalleşmede orataya çıkıyor. Durup durup empati yaparsak, kişiliksizlikten konuşmuş oluruz.


Bizde bu süreç, örneğin Mesnevî'de "aşk" kavramının ele alınışında gizlidir. Başkalığın önünde eğilmeyle başlayıp, aşk'ın insanın kendisine yönelmesi süreci üzerine pek tartışılmaz. İlahi aşk, dünyevi aşk kavramlarının dışında, aşkın (transcendental) olmayan kurucu bir vurgu ile ele alınır.


Mevlânâ, çocukta akıl gelişiminin oyunla olduğunu düşünürdü. Sosyalizasyon süreçleri ile aşk'ın intersubjektif hareketi birbirine rakip ya da birbirinden kopuk anlayışlar değil.


"Empati yapılmasında" Mevlânâ döneminde olunsaydı bir "aşksızlık", "bitmemiş çocukluk" görülürüdü sanırım.


Uzatırsak, daha da "dogmatik" bir yazı olacak, hangi birisini temellendirebiliriz ki, hiçbirşeyin tartışılmadığı bu entellektüel buzul ve cilalı imaj çağında!